Cuma, Eylül 29, 2006
Reklamda Sinan Çetin (Tez devamı)
BANK EKSPRES – DAĞ ve OFF-ROAD:
Bank Ekspres reklam filmleri, Sinan Çetin’in farklı çekim ve anlatım teknikleri kullandığı filmlerdir. Diyaloglara sığınmayan, star oyuncunun yer almadığı, komedi unsuruna başvurulmamış bu filmler, onun filmografisinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Filmlerde yer alan heyecan ve ritim duygusu, kullanılan renkler ve atmosfer filmlere başka bir nitelik katmıştır. Dağ filminde; yüksek bir dağa tırmanan iki dağcı görürüz. Dağcılardan erkek olan, zor bir noktadan geçer ve ilerler. Geride kalan kadın dağcı ise tırmanmakta zorlanmaktadır. Kadın dağcı, düşmek üzeredir. Bu sırada erkek dağcı elini uzatır ve arkadaşını yukarı çekerek kurtarır. Bank Ekspres’in zor anlarda yanımızda olduğunu anlatan bu reklam filmi, çekildiği dönemin koşullarına göre oldukça yüksek bir teknikle çekilmiştir. Helikopter çekimlerinin yer aldığı, dağ planlarının oldukça farklı açılardan çekildiği film, sinema tadındadır. Filmdeki, tırmanış planları, düşme tehlikesinin yaşandığı planlar, teknik ve görsel açıdan, o dönem Türk yönetmenlerinin kullanmadığı açılarla çekilmiştir. İkinci filmde, cipleri ile yolda kalan 2 genç kız vardır. Arabayı iterek kurtarmaya çalışan kızlar, sonunda, arabayı kurtarırlar. Bu filmlerde, Bank Ekspres, en zor koşullarda bile bir çözüm yolu bulduğunu anlatmak ister.
1990’lı yıllarla birlikte, Sinan Çetin artık sektörün en çok iş yapan ajanslarından Young & Rubicam Reklamevi şirketiyle çalışmaya başlar. Ajansın yaratıcı yönetmeni Serdar Erener’le oluşturdukları ortak dille bir çok büyük reklam kampanyalarına birlikte imza atarlar. Kendi reklam dilini oluşturup, piyasaya kabul ettiren Sinan Çetin, Serdar Erener’le yaptığı işlerde bu dili pekiştirerek günümüz reklam sektöründe var olan Sinan Çetin ekolünün en önemli reklam kampanyalarını çeker.
Falım sakızları için başlatılan kampanya, Sinan Çetin ve Serdar Erener ortaklığında yapılan ilk reklam kampanyalarından biridir. Uzun yıllardan sonra ilk defa bir sakız markası bu denli iddialı ve ses getiren bir filmle seyirci karşısına çıkar.
FALIM - BEYAZ ATLI PRENS:
Bir köy kahvesine, güzel ve seksi bir kız motosikletiyle gelir, kahvede masaya oturur. Kahvede oturan köylüler, şaşkınlıkla kıza bakar ve ona kaymaklı bir tatlı ikram ederler. Kız tatlıdan yerken, yaşlı köylülerden oluşan grup, kızın karşısına geçer ve nasihat etmeye başlarlar. Nasihat, Falım sakızıyla ilgilidir. Kız, beklemedikleri bir anda cebinden Falım sakızını çıkarır. Köylüler, bir kez daha şaşırır. Manilerle karşılıklı atışan köylüler ve genç kız, doğulu - batılı buluşmasının örneği olmanın yanı sıra, Türk folklorunun eski bir geleneğini hatırlatmasıyla da dikkat çeker. Filmde yer alan köylüler, filmin en önemli kahramanlarıdır. Farklı yaşlardan, ilginç yüzlere sahip olan bu köylülerin, abartılı ve komik tepkileri filmin ritmini yükselten bir öğe oldu.
Falım Sakız kampanyasının devam filmlerinde köylü tiplemeleri ve köylü teması sürekli kullanıldı. Hatta serisinin uzayda geçen versiyonunda koyun kullanılarak bu temaya gönderme yapıldı.
Bank Ekspres reklam filmleri, Sinan Çetin’in farklı çekim ve anlatım teknikleri kullandığı filmlerdir. Diyaloglara sığınmayan, star oyuncunun yer almadığı, komedi unsuruna başvurulmamış bu filmler, onun filmografisinde ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Filmlerde yer alan heyecan ve ritim duygusu, kullanılan renkler ve atmosfer filmlere başka bir nitelik katmıştır. Dağ filminde; yüksek bir dağa tırmanan iki dağcı görürüz. Dağcılardan erkek olan, zor bir noktadan geçer ve ilerler. Geride kalan kadın dağcı ise tırmanmakta zorlanmaktadır. Kadın dağcı, düşmek üzeredir. Bu sırada erkek dağcı elini uzatır ve arkadaşını yukarı çekerek kurtarır. Bank Ekspres’in zor anlarda yanımızda olduğunu anlatan bu reklam filmi, çekildiği dönemin koşullarına göre oldukça yüksek bir teknikle çekilmiştir. Helikopter çekimlerinin yer aldığı, dağ planlarının oldukça farklı açılardan çekildiği film, sinema tadındadır. Filmdeki, tırmanış planları, düşme tehlikesinin yaşandığı planlar, teknik ve görsel açıdan, o dönem Türk yönetmenlerinin kullanmadığı açılarla çekilmiştir. İkinci filmde, cipleri ile yolda kalan 2 genç kız vardır. Arabayı iterek kurtarmaya çalışan kızlar, sonunda, arabayı kurtarırlar. Bu filmlerde, Bank Ekspres, en zor koşullarda bile bir çözüm yolu bulduğunu anlatmak ister.
1990’lı yıllarla birlikte, Sinan Çetin artık sektörün en çok iş yapan ajanslarından Young & Rubicam Reklamevi şirketiyle çalışmaya başlar. Ajansın yaratıcı yönetmeni Serdar Erener’le oluşturdukları ortak dille bir çok büyük reklam kampanyalarına birlikte imza atarlar. Kendi reklam dilini oluşturup, piyasaya kabul ettiren Sinan Çetin, Serdar Erener’le yaptığı işlerde bu dili pekiştirerek günümüz reklam sektöründe var olan Sinan Çetin ekolünün en önemli reklam kampanyalarını çeker.
Falım sakızları için başlatılan kampanya, Sinan Çetin ve Serdar Erener ortaklığında yapılan ilk reklam kampanyalarından biridir. Uzun yıllardan sonra ilk defa bir sakız markası bu denli iddialı ve ses getiren bir filmle seyirci karşısına çıkar.
FALIM - BEYAZ ATLI PRENS:
Bir köy kahvesine, güzel ve seksi bir kız motosikletiyle gelir, kahvede masaya oturur. Kahvede oturan köylüler, şaşkınlıkla kıza bakar ve ona kaymaklı bir tatlı ikram ederler. Kız tatlıdan yerken, yaşlı köylülerden oluşan grup, kızın karşısına geçer ve nasihat etmeye başlarlar. Nasihat, Falım sakızıyla ilgilidir. Kız, beklemedikleri bir anda cebinden Falım sakızını çıkarır. Köylüler, bir kez daha şaşırır. Manilerle karşılıklı atışan köylüler ve genç kız, doğulu - batılı buluşmasının örneği olmanın yanı sıra, Türk folklorunun eski bir geleneğini hatırlatmasıyla da dikkat çeker. Filmde yer alan köylüler, filmin en önemli kahramanlarıdır. Farklı yaşlardan, ilginç yüzlere sahip olan bu köylülerin, abartılı ve komik tepkileri filmin ritmini yükselten bir öğe oldu.
Falım Sakız kampanyasının devam filmlerinde köylü tiplemeleri ve köylü teması sürekli kullanıldı. Hatta serisinin uzayda geçen versiyonunda koyun kullanılarak bu temaya gönderme yapıldı.
Cheetos Super Rally
Advergame pazarındaki büyüme ciddi sınırlara ulaştı. Özellikle çocuklar için hazırlanan oyunlar oldukça fazla. Cheetos için hazırlanan ‘Super Rally’ oyunu da bunlardan biri.
Açıkçası gerek pist, gerek araç tasarımları, gerekse de oyun mantığı ile gerçekten Türkiye’de karşılaştığım en iyi araba yarışı olmuş. Satışı destekleyecek bir şifre kurgusunun da olması mantıklı bir pazarlama taktiği.
Aslında fazla söze gerek yok. Oyun sadece 4 gündür yayında ve raporlara göre şu an itibarı ile 40.000’nin üzerinde oynanma sayısına ulaşmış bile. Bu sayı, henüz lansmanı başlayan bir site için çok iyi.
Ajans: Alaaddin Adworks • Yaratıcı grup: Özgür Karaçak, Faik Ökcesiz, Altuğ Algur, Hasan Toprakkaya.
Açıkçası gerek pist, gerek araç tasarımları, gerekse de oyun mantığı ile gerçekten Türkiye’de karşılaştığım en iyi araba yarışı olmuş. Satışı destekleyecek bir şifre kurgusunun da olması mantıklı bir pazarlama taktiği.
Aslında fazla söze gerek yok. Oyun sadece 4 gündür yayında ve raporlara göre şu an itibarı ile 40.000’nin üzerinde oynanma sayısına ulaşmış bile. Bu sayı, henüz lansmanı başlayan bir site için çok iyi.
Ajans: Alaaddin Adworks • Yaratıcı grup: Özgür Karaçak, Faik Ökcesiz, Altuğ Algur, Hasan Toprakkaya.
Çarşamba, Eylül 27, 2006
Salı, Eylül 26, 2006
Reklamda Sinan Çetin 2 (Tez devamı)
AKSU YÜN - KUMAŞ:
Aksu reklam filmleri Sinan Çetin’in çektiği en romantik, en sinematografik filmlerdir. Onu hem seyirciye, hem de sektöre sevdiren Aksu serisi 4 filmden oluşmaktadır. Kadın ve erkek ögesinin başarıyla sunulduğu filmlerde kadınlar çok güzeldir ve erkekler gizemlidir. Filmlerde renkler, kumaş ve yün renklerinin çeşitliliği kadar renkli ve sıcaktır. Doğa fon olarak kullanılmış, kumsal, kayalıklar ve çorak toprakla natürel tonlar oluştururken, Aksu ürünlerinin renkleri ön plan çıkartılmıştır.
Filmlerin her planı birer fotoğraf ya da tablo estetikliğindedir. Sinan Çetin, Aksu filmlerinde fotoğrafçılık deneyiminden yararlanarak her planı fotoğraf karesi şeklinde kurgulamıştır. Konuları aşk olan bu romantik filmlerin sevilmesinde ve ünlenmesindeki etkenlerden biri de müziktir. Chris de Burg ve Bryan Ferry’nin romantik müziklerini kullanan Sinan Çetin, görsel estetiğini, müzikle öyle bir uyumla birleştirmiştir ki, bu 4 reklam filmi, birer video klip niteliği bile taşımaktadır. Reklam filmlerinin ardından, bu sanatçıların albüm satışları Türkiye genelinde büyük bir artış göstermiştir.
SÜMERBANK GENÇ VE GENÇ:
Bu filmler yayınlandığı zaman oldukça ilgi görmüş, Sümerbank’ın marka imajına olumlu bir etkide bulunmuştur. Temiz yüzlü, gözlüklü, sıradan görünümlü genç; sarışın, mavi gözlü, gösterişli kızdan (Bennu Gerede) hoşlanmaktadır. Kız, güzelliğiyle herkesin dikkatini çeken, kendinden emin bir karakterdir. Aşık delikanlı, kızın sürekli peşindedir ama bir türlü dikkatini çekmeyi başaramaz. Ümitsizliğe kapılan delikanlıyı, arkadaşları Sümerbank’ın Genç ve Genç reyonuna götürür. Sümerbank’ta ona yepyeni kıyafetler alırlar ve tüm imajını değiştirirler. Artık karşımızda, bambaşka bir delikanlı vardır. Hoşlandığı kızın karşısına çıkmaya hazırdır. Arkadaşlarıyla, kızı gördükleri Sümerbank’ın önüne giderler. Kız, delikanlıyı görür ve çok etkilenir. Delikanlı, sevdiği kıza Sümerbank sayesinde kavuşmuştur.
Bu filmde, 1980’lerde esen değişim rüzgarlarının, modernleşme ve farklı olma çabaları yansıtılmak istenmiştir. Bu çaba özellikle dış görünüşle ilgilidir. 1980’ler dünyasında, klasikliğin ve sıradanlığın yeri yoktur. Filmde, seyirciye sunulan dünya da bunun bir ispatıdır. Artık, kişisel ve ahlaki özelliklerin, eğitimin önemi kalmamıştır. İmaj her şeydir. Genç kızın, delikanlıya yakınlaşmasındaki en önemli kıstas, dış görünüştür. Filmdeki karakterler, kapitalizmin sunduğu, tüketim dünyasının bir parçası haline gelmiştir. Film, tüm bu özellikleriyle 1980’lerin dünyasının bir aynası gibidir.
EMLAK BANKASI:
Emlak bankası filmleri, Sinan Çetin’in uzun süreli yürüttüğü kampanya filmlerindendir. Emlak Bankası’nın 1980’lerde geliştirdiği konut projeleri için çekilen bu filmler, yıllar boyunca farklı versiyonlarıyla seyirci karşısına çıkmıştır. Türk halkına istediği modern ve konforlu yaşamı vaat eden, onlara yeni bir dünya sunan Emlak Bankası, konut projelerinin başarısını bu reklam filmlerine borçludur. Kampanyanın en başarılı filmlerden biri; orkestra şefi küçük çocuk filmidir. Filmde, orkestra yöneten çocuk, yarının gençlerinin simgesidir. Ekonomide, sanayide, kentleşmede, eğitimde, sağlıkta, sanatta gelişen ve yenilenen Türkiye modelini temsil eden imgeler görürüz. Sinan Çetin, bu imgeleri yakın planlar kurgulanarak vurgulamıştır.
Sinan Çetin, 1993 yılına kadar çok sayıda reklam filmi çekmiş ve neredeyse sektörün en çok çalışan yönetmenlerinden biri haline gelmiştir. 1993 yılına kadar çektiği filmler arasında Pınar Süt, Pınar Meyve Suyu, Bingo Deterjan, Amigo Fıstık, Haylayf, Sabah Gazetesi, Gazete Gazetesi gibi sayısız reklam filmi vardır.
Aksu reklam filmleri Sinan Çetin’in çektiği en romantik, en sinematografik filmlerdir. Onu hem seyirciye, hem de sektöre sevdiren Aksu serisi 4 filmden oluşmaktadır. Kadın ve erkek ögesinin başarıyla sunulduğu filmlerde kadınlar çok güzeldir ve erkekler gizemlidir. Filmlerde renkler, kumaş ve yün renklerinin çeşitliliği kadar renkli ve sıcaktır. Doğa fon olarak kullanılmış, kumsal, kayalıklar ve çorak toprakla natürel tonlar oluştururken, Aksu ürünlerinin renkleri ön plan çıkartılmıştır.
Filmlerin her planı birer fotoğraf ya da tablo estetikliğindedir. Sinan Çetin, Aksu filmlerinde fotoğrafçılık deneyiminden yararlanarak her planı fotoğraf karesi şeklinde kurgulamıştır. Konuları aşk olan bu romantik filmlerin sevilmesinde ve ünlenmesindeki etkenlerden biri de müziktir. Chris de Burg ve Bryan Ferry’nin romantik müziklerini kullanan Sinan Çetin, görsel estetiğini, müzikle öyle bir uyumla birleştirmiştir ki, bu 4 reklam filmi, birer video klip niteliği bile taşımaktadır. Reklam filmlerinin ardından, bu sanatçıların albüm satışları Türkiye genelinde büyük bir artış göstermiştir.
SÜMERBANK GENÇ VE GENÇ:
Bu filmler yayınlandığı zaman oldukça ilgi görmüş, Sümerbank’ın marka imajına olumlu bir etkide bulunmuştur. Temiz yüzlü, gözlüklü, sıradan görünümlü genç; sarışın, mavi gözlü, gösterişli kızdan (Bennu Gerede) hoşlanmaktadır. Kız, güzelliğiyle herkesin dikkatini çeken, kendinden emin bir karakterdir. Aşık delikanlı, kızın sürekli peşindedir ama bir türlü dikkatini çekmeyi başaramaz. Ümitsizliğe kapılan delikanlıyı, arkadaşları Sümerbank’ın Genç ve Genç reyonuna götürür. Sümerbank’ta ona yepyeni kıyafetler alırlar ve tüm imajını değiştirirler. Artık karşımızda, bambaşka bir delikanlı vardır. Hoşlandığı kızın karşısına çıkmaya hazırdır. Arkadaşlarıyla, kızı gördükleri Sümerbank’ın önüne giderler. Kız, delikanlıyı görür ve çok etkilenir. Delikanlı, sevdiği kıza Sümerbank sayesinde kavuşmuştur.
Bu filmde, 1980’lerde esen değişim rüzgarlarının, modernleşme ve farklı olma çabaları yansıtılmak istenmiştir. Bu çaba özellikle dış görünüşle ilgilidir. 1980’ler dünyasında, klasikliğin ve sıradanlığın yeri yoktur. Filmde, seyirciye sunulan dünya da bunun bir ispatıdır. Artık, kişisel ve ahlaki özelliklerin, eğitimin önemi kalmamıştır. İmaj her şeydir. Genç kızın, delikanlıya yakınlaşmasındaki en önemli kıstas, dış görünüştür. Filmdeki karakterler, kapitalizmin sunduğu, tüketim dünyasının bir parçası haline gelmiştir. Film, tüm bu özellikleriyle 1980’lerin dünyasının bir aynası gibidir.
EMLAK BANKASI:
Emlak bankası filmleri, Sinan Çetin’in uzun süreli yürüttüğü kampanya filmlerindendir. Emlak Bankası’nın 1980’lerde geliştirdiği konut projeleri için çekilen bu filmler, yıllar boyunca farklı versiyonlarıyla seyirci karşısına çıkmıştır. Türk halkına istediği modern ve konforlu yaşamı vaat eden, onlara yeni bir dünya sunan Emlak Bankası, konut projelerinin başarısını bu reklam filmlerine borçludur. Kampanyanın en başarılı filmlerden biri; orkestra şefi küçük çocuk filmidir. Filmde, orkestra yöneten çocuk, yarının gençlerinin simgesidir. Ekonomide, sanayide, kentleşmede, eğitimde, sağlıkta, sanatta gelişen ve yenilenen Türkiye modelini temsil eden imgeler görürüz. Sinan Çetin, bu imgeleri yakın planlar kurgulanarak vurgulamıştır.
Sinan Çetin, 1993 yılına kadar çok sayıda reklam filmi çekmiş ve neredeyse sektörün en çok çalışan yönetmenlerinden biri haline gelmiştir. 1993 yılına kadar çektiği filmler arasında Pınar Süt, Pınar Meyve Suyu, Bingo Deterjan, Amigo Fıstık, Haylayf, Sabah Gazetesi, Gazete Gazetesi gibi sayısız reklam filmi vardır.
Renault 2
Cenk & Erdem'in diyaloglarını, kullanılan tekniği, kompozisyon, renk ve tipografiyi çok sevdim.
Ajans: Yorum Publicis Yaratıcı Ekip: • Cevdet Kızılay, Ali Anıl, Kaan Ertüz Yönetmen: Baran Baran / Emotion Müşteri İlşkileri: Lize Karaboğa, Zeynep Özerdim, Pınar Şahinler Strateji: Necmi Zekâ, Zeynep Bortaçina, Ceylan Akdur Medya ajansı: OMD
Pazartesi, Eylül 25, 2006
Pazar, Eylül 24, 2006
Karnaval X
9 haftadır devam eden Pazarlama Blogları Karnavalı'nın 10. haftasındaki ev sahibi Elma+Alt+Shift...
Zeynep Özata, 1996 yılında Nigel Cope tarafından yazılan “Retail in the Digital Age” kitabından bir özet yaparak, ileride perakendenin teknolojiyle birleşerek tüketiciyle olan olası ilişkilerine fütüristik bir öngörü sunuyor.
Serdar Öner, 'Mehtap Kafetarya Gloria Jeans'e karşı' başlıklı yazısında doğru bir ayrıntıya dikkat çekmiş. Global bir marka olan Gloria Jeans'in, (tabir yerindeyse) şark kurnazlığına gidip kablosuz internet bağlantısını belli bir miktar ücretle müşterilerine sunması ve tamamen yerli bir işletmenin buna karşılık internet hizmetini bedava vermesi arasındaki ilişkinin ticari doğrularını güzel bir yazıyla ortaya koymuş. Sonuçta zafer Mehtap Kafetarya'nın:)
Alper Akcan, Turkcell'in yeni kampanyası doğrultusunda çekilen son reklam filmini ele almış. Çocukları kullanarak yeni bir iletişim faaliyetine geçen Turkcell'in trenli son filmindeki duygusal sahnelerin 'çocuklar kullanılarak duygu sömürüsü yapılıyor' eleştirilerine muhatap olduklarını hatırlatıp, buna tezat ve bir o kadar da doğru bir bakış açısıyla, bu eleştirileri bir nevi dize getirmiş:)
Selim Tuncer, 'uzun' ve bir o kadar da yararlı yazılarına bu sefer 'Türk Fındığı Nasıl Kurtulur?' başlıklı yazısıyla, fındık üreticilerinin sorularına tabii ki iletişim sorunları açısından eğilmiş.
Tunç Kılınç, bu haftaki yazısında yeni bir şey başlatmış. (Daha önce Karnaval'ı farklılaştırmak adına yaptığı çalışmayı biliyorsunuzdur. Kesinlikle çok başarılıydı.) İşte bloglarda görmeye pek alışık olmadığımız bu yeni 'şeyin' adı AAAH!, yani Atölye Açık Artırma Haftası! Elinde şu anda fazladan Galatasaray numaralı kombine kartı var ve bunu açık artırmayla satışa sunuyor. Ayrıca doğru tahmin edene de Galatasaray forması veriyor. Futbolla pek ilgilenmesem de bir blogda başlatılan bu açık artırma faaliyeti gayet ilgi çekici. Hemen okumaya başlayın.
Bigumigu'dan Yalçın bu sefer harika bir reklam filmi koymuş mikrobik iletişme portalına. Mutlaka izlemeli.
Cengiz, reklam ve pazarlama blogu Marketing Post'ta ilgisini çeken iletişim faaliyetlerini, pazarlama yazılarına, yaratıcı reklam örneklerini paylaşıyor. Bu yazısında ise Fa duş jelleri için yapılan başarılı bir ilanı incelemiş.
Özgür Alaz, Marketallica'da, Selim Tuncer'in 'Fındık Nasıl Kurtulur' yazısına eklemelerde bulunarak, her zamanki gibi yeni fikirleriyle destekleyip, trendler ve pazardaki yenilikler doğrultusunda katkıda bulunmuş.
Burcu Tüzün, yeni tanıdığım blogu Pazarlama Cadısı'nda, kredi kartı pazarındaki büyümeyle birlikte, artık kredi kartlarının alışverişte kullanılmalarının dışında, hayatın içinde yarar sağlama özellikleriyle ilgili örnekler vererek, Garanti Bankası'nın en son hizmeti Flexi Card'ı anlatmış.
Murat Kaya, bu sefer Alaska'nın sıvı sabunu sorununa el atmış, oradan da İtalya'nın kombi üreticilerine:)
Önder Kiremitçi son yazısında, yurtdışında yayınlanan ICON adlı mimarlık ve tasarım dergisinin Türkiye'ye Türkçe içerikle geleceğinden bahsediyor ve genel yayın yönetmeniyle yaptığı röportajı aktarıyor. (Umarım Novum, Eye gibi grafik tasarım dergileri de ileride Türkçe yayınlanır.)
Gaye Ör, 'Stratejisi olmayan Alice, değer artırımı ve bazen çukurlara takılıp kalmanın sağladığı faydalar üzerine bir deneme' adlı yazısında stratejinin öneminden bahsediyor. Kesinlikle okunması gereken bir yazı.
Barış Erkol, her gün güncellenen, genelde yeni ve farklı fikirleri, reklam, animasyon filmleri ve başarılı projeleri yayınladığı blogunun en son yazısında bu sefer 'seks eğlencelidir, oynayın!' diyor.
Burak Kaynak, görsel, iletişim, tasarım, ilham ve fikir merkezi Jiklet'te duvarlara çeşitli kategorilerde etiket tasarlayan dVider firmasından bahsetmiş.
Murat Buyurgan, son dönemde TV'lerde yayınlanan yeni reklam filmiyle adından söz ettiren Helin Şeker markasının internet sitesini incelemiş. Her ne kedar reklamını pek beğenmesem de markanın internet sitesinin tasarımı kendi kategorisine göre gayet doğru olmuş.
Arda Kutsal, interneti bilgisayarlar için kullanışlı haline getiren, okuyucu tüketicinin, bilgi oluşturan bir topluluğa dönüşmesini sağlayan son zamanların en tartışılan internet tekniği Web 2.0 kullanan şirketlerle ilgili bir araştırma yayınlamış.
Alemşah Öztürk, Antifit'teki bu yazısında, kaybolmuş maskot tavşanını arayan bir tasarımcının internet sitesini tanıtmış. Eğlenceli bir iş olmuş.
Volkan Vardareli, 'hayır, kedilere reklam yapmıyoruz!' başlıklı yazısında, internet ve mobil uygulamaların hayatımızın her alanında olmasıyla doğru orantılı olarak, müşteri profillerinin belirginleştiğini ve şirketlerin bunları baz alarak hareket etmesi gerekliliğinden bahsediyor.
Zeynep Özata, 1996 yılında Nigel Cope tarafından yazılan “Retail in the Digital Age” kitabından bir özet yaparak, ileride perakendenin teknolojiyle birleşerek tüketiciyle olan olası ilişkilerine fütüristik bir öngörü sunuyor.
Serdar Öner, 'Mehtap Kafetarya Gloria Jeans'e karşı' başlıklı yazısında doğru bir ayrıntıya dikkat çekmiş. Global bir marka olan Gloria Jeans'in, (tabir yerindeyse) şark kurnazlığına gidip kablosuz internet bağlantısını belli bir miktar ücretle müşterilerine sunması ve tamamen yerli bir işletmenin buna karşılık internet hizmetini bedava vermesi arasındaki ilişkinin ticari doğrularını güzel bir yazıyla ortaya koymuş. Sonuçta zafer Mehtap Kafetarya'nın:)
Alper Akcan, Turkcell'in yeni kampanyası doğrultusunda çekilen son reklam filmini ele almış. Çocukları kullanarak yeni bir iletişim faaliyetine geçen Turkcell'in trenli son filmindeki duygusal sahnelerin 'çocuklar kullanılarak duygu sömürüsü yapılıyor' eleştirilerine muhatap olduklarını hatırlatıp, buna tezat ve bir o kadar da doğru bir bakış açısıyla, bu eleştirileri bir nevi dize getirmiş:)
Selim Tuncer, 'uzun' ve bir o kadar da yararlı yazılarına bu sefer 'Türk Fındığı Nasıl Kurtulur?' başlıklı yazısıyla, fındık üreticilerinin sorularına tabii ki iletişim sorunları açısından eğilmiş.
Tunç Kılınç, bu haftaki yazısında yeni bir şey başlatmış. (Daha önce Karnaval'ı farklılaştırmak adına yaptığı çalışmayı biliyorsunuzdur. Kesinlikle çok başarılıydı.) İşte bloglarda görmeye pek alışık olmadığımız bu yeni 'şeyin' adı AAAH!, yani Atölye Açık Artırma Haftası! Elinde şu anda fazladan Galatasaray numaralı kombine kartı var ve bunu açık artırmayla satışa sunuyor. Ayrıca doğru tahmin edene de Galatasaray forması veriyor. Futbolla pek ilgilenmesem de bir blogda başlatılan bu açık artırma faaliyeti gayet ilgi çekici. Hemen okumaya başlayın.
Bigumigu'dan Yalçın bu sefer harika bir reklam filmi koymuş mikrobik iletişme portalına. Mutlaka izlemeli.
Cengiz, reklam ve pazarlama blogu Marketing Post'ta ilgisini çeken iletişim faaliyetlerini, pazarlama yazılarına, yaratıcı reklam örneklerini paylaşıyor. Bu yazısında ise Fa duş jelleri için yapılan başarılı bir ilanı incelemiş.
Özgür Alaz, Marketallica'da, Selim Tuncer'in 'Fındık Nasıl Kurtulur' yazısına eklemelerde bulunarak, her zamanki gibi yeni fikirleriyle destekleyip, trendler ve pazardaki yenilikler doğrultusunda katkıda bulunmuş.
Burcu Tüzün, yeni tanıdığım blogu Pazarlama Cadısı'nda, kredi kartı pazarındaki büyümeyle birlikte, artık kredi kartlarının alışverişte kullanılmalarının dışında, hayatın içinde yarar sağlama özellikleriyle ilgili örnekler vererek, Garanti Bankası'nın en son hizmeti Flexi Card'ı anlatmış.
Murat Kaya, bu sefer Alaska'nın sıvı sabunu sorununa el atmış, oradan da İtalya'nın kombi üreticilerine:)
Önder Kiremitçi son yazısında, yurtdışında yayınlanan ICON adlı mimarlık ve tasarım dergisinin Türkiye'ye Türkçe içerikle geleceğinden bahsediyor ve genel yayın yönetmeniyle yaptığı röportajı aktarıyor. (Umarım Novum, Eye gibi grafik tasarım dergileri de ileride Türkçe yayınlanır.)
Gaye Ör, 'Stratejisi olmayan Alice, değer artırımı ve bazen çukurlara takılıp kalmanın sağladığı faydalar üzerine bir deneme' adlı yazısında stratejinin öneminden bahsediyor. Kesinlikle okunması gereken bir yazı.
Barış Erkol, her gün güncellenen, genelde yeni ve farklı fikirleri, reklam, animasyon filmleri ve başarılı projeleri yayınladığı blogunun en son yazısında bu sefer 'seks eğlencelidir, oynayın!' diyor.
Burak Kaynak, görsel, iletişim, tasarım, ilham ve fikir merkezi Jiklet'te duvarlara çeşitli kategorilerde etiket tasarlayan dVider firmasından bahsetmiş.
Murat Buyurgan, son dönemde TV'lerde yayınlanan yeni reklam filmiyle adından söz ettiren Helin Şeker markasının internet sitesini incelemiş. Her ne kedar reklamını pek beğenmesem de markanın internet sitesinin tasarımı kendi kategorisine göre gayet doğru olmuş.
Arda Kutsal, interneti bilgisayarlar için kullanışlı haline getiren, okuyucu tüketicinin, bilgi oluşturan bir topluluğa dönüşmesini sağlayan son zamanların en tartışılan internet tekniği Web 2.0 kullanan şirketlerle ilgili bir araştırma yayınlamış.
Alemşah Öztürk, Antifit'teki bu yazısında, kaybolmuş maskot tavşanını arayan bir tasarımcının internet sitesini tanıtmış. Eğlenceli bir iş olmuş.
Volkan Vardareli, 'hayır, kedilere reklam yapmıyoruz!' başlıklı yazısında, internet ve mobil uygulamaların hayatımızın her alanında olmasıyla doğru orantılı olarak, müşteri profillerinin belirginleştiğini ve şirketlerin bunları baz alarak hareket etmesi gerekliliğinden bahsediyor.
Cumartesi, Eylül 23, 2006
Reklamda Sinan Çetin (Tez devamı)
1983 sonrası reklam dünyası büyük bir ivme kazanmıştır. Türkiye’de yeni markalar üretilmeye başlanmıştır. Reklam veren firmalar ve ajansları daha sıkı ilişkiler içine girmiştir. Çekilen reklam filmlerinin sayısı fazlalaştıkça yeni yönetmenlere duyulan ihtiyaç da artmıştır
Sinan Çetin, reklam fotoğrafçısı olarak o dönemin bir çok reklam ajansı ile çalışma fırsatı buldu. Fotoğraflarındaki güçlü etkiyi ve çarpıcılığı fark eden ajanslardan, Sinan Çetin’e reklam filmi yönetmenliği teklif edilir. İşte bu dönemde reklam sektörüne atılan Sinan Çetin, çektiği reklam filmleriyle oldukça ilgi görmeye başladı. Reklam sektöründe, Yeşilçam ortamında yaşadıklarından tamamen farklı, keskin kuralları ve zengin prodüksiyonları olan yeni bir dünyayla tanıştı. Artık sinema yönetmeni Sinan Çetin, reklam yönetmeni Sinan Çetin oldu. Sinemada sağladığı manevi başarının ardından reklam sektöründe hem maddi hem manevi olarak tatmin olmaya başladı. Ekonomik alanda yaşadığı gelişmeler, günümüz reklamcılığındaki Sinan Çetin ekolünün ilk adımları olmuştur.
Sinan Çetin, ilk uzun metraj filmi Bir Günün Hikayesiyle birlikte yapımcılar ve yapım şirketleriyle problemler yaşamıştı. Gerek senaryo, bütçe, gerekse filmin vizyona girme sürecinde önüne birçok engel çıktı. Bu engellerle ileride yapacağı filmlerde karşılaşmak istemediği için, 1986 yılında, ağabeyi Cemil Çetin’le birlikte aile şirketi olan Plato Film’i kurdular. Sinan Çetin reklam sektöründe kalıcı bir yer edinebilmek ve daha büyük bütçeli sinema filmleri yapabilmek için 1986’dan 1993’e kadar sinema projelerine ara verdi. Bu dönemde sadece reklam filmlerinde, müzik kliplerinde yönetmen ve yapımcılık yaptı.
“Kapitalizm hayatın ta kendisidir...” diyen Sinan Çetin bugüne kadar yaklaşık 800’ü aşkın reklam filmine imza attı. Reklam sektöründe kendi dilini yaratan Sinan Çetin’in günümüzde bulunduğu konumu daha iyi anlamak için, ilk reklamlarından itibaren çektiği önemli reklamları incelemek gerekir.
RENAULT 11
Sinan Çetin’e ilk reklam teklifi, Yorum Ajans’ın yöneticisi ve kreatif yönetmeni Osman Uslu’dan geldi. Sinan Çetin’le daha önce birçok reklam fotoğrafları işleri yapan Osman Uslu, o dönem çalıştığı yönetmenin askere gitmesi üzerine Sinan Çetin’e “Renault” reklam filmini çekmesini teklif etti. Renault marka bir arabanın reklam filmini çeken Sinan Çetin, o dönemin görsel değerlerinin çok üstünde bir film çekti. Filmin sahip olduğu dinamizm ve ritmin yanında, renklerin kullanımı da çok güçlüydü. Filmin temel öğesi reklam filminde kullanılan kadındı. Kadının sahip olduğu güç, enerji ve dinamizm, arabanın özellikleriyle örtüşüyordu.
Renault reklam filminde, kadın fotoğrafçı, elinde makinesi ile arabayı takip ediyordu. Kadın, arabanın hızına yetişebilen yani 1980’lerin sunduğu yeni yaşamın hızını ve değişimini simgeliyordu. Hızlı, atak en önemlisi cesurdu. 1980’ler kadının, ev hayatından çıkıp çalışan, üreten, özgür ve cesur olan bir kadına dönüştüğü dünyanın empoze edilmeye çalışıldığı yıllardı. Kadınlar artık uyanmıştı, yemek yapmak ve çocuk bakmaktan başka şeyler de yapabileceklerini keşfetmeye başlamışlardı. Kadın artık fotoğrafçı, reklamcı ya da gazeteci olabilirdi. Çetin’in reklamlarında yer alan bu kadın, öyle olunması hayal edilen kadındı. Ve kadınların bu özlemlerinin canlı bir örneği karşılarındaydı. Sinan Çetin, Renault için hemen arkasında bir reklam filmi daha çekti. Aynı markanın farklı modeline çekilen reklamda kadın öğesi aynı vurgularla kullanıldı.
Her iki reklam filmi de, erkek kitle için yapılmasına rağmen, kadınları da etkilemeyi başarmıştı. Sinan Çetin, filmlerinde kadın öğesinin her türlü cinsel gücünden ve estetik güzelliğinden yararlanarak erkek hedef kitlesini memnun etmeyi başarmıştı. Ve tabii ki de kendisini de. Çünkü Sinan Çetin için kadın öğesinin güzelliğini ve gizemini ortaya koymak bir tutkuydu. Film çekerken, yaptığı işten memnun ve mutlu olmasını sağlayan önemli öğelerden biridir. Güzelliğe hayran bir yönetmenin, güzelliği sergilemekteki isteği, filmlerinin de başarısını sağlayan en önemli etkendi.
Renault filmleri, beklenenden daha çok ses getirmekle birlikte TRT’de yılın en iyi reklam filmi ödülünü de beraberinde getirdi. Sinan Çetin’in reklam dünyasıyla başlayan ve uzun yıllar sürecek olan önemli birlikteliği başlamış oldu.
(Sinan Çetin'in çektiği uzun metraj filmlerinin bilgileri elmaaltshift.wordpress.com'da yayınlanacaktır.)
Sinan Çetin, reklam fotoğrafçısı olarak o dönemin bir çok reklam ajansı ile çalışma fırsatı buldu. Fotoğraflarındaki güçlü etkiyi ve çarpıcılığı fark eden ajanslardan, Sinan Çetin’e reklam filmi yönetmenliği teklif edilir. İşte bu dönemde reklam sektörüne atılan Sinan Çetin, çektiği reklam filmleriyle oldukça ilgi görmeye başladı. Reklam sektöründe, Yeşilçam ortamında yaşadıklarından tamamen farklı, keskin kuralları ve zengin prodüksiyonları olan yeni bir dünyayla tanıştı. Artık sinema yönetmeni Sinan Çetin, reklam yönetmeni Sinan Çetin oldu. Sinemada sağladığı manevi başarının ardından reklam sektöründe hem maddi hem manevi olarak tatmin olmaya başladı. Ekonomik alanda yaşadığı gelişmeler, günümüz reklamcılığındaki Sinan Çetin ekolünün ilk adımları olmuştur.
Sinan Çetin, ilk uzun metraj filmi Bir Günün Hikayesiyle birlikte yapımcılar ve yapım şirketleriyle problemler yaşamıştı. Gerek senaryo, bütçe, gerekse filmin vizyona girme sürecinde önüne birçok engel çıktı. Bu engellerle ileride yapacağı filmlerde karşılaşmak istemediği için, 1986 yılında, ağabeyi Cemil Çetin’le birlikte aile şirketi olan Plato Film’i kurdular. Sinan Çetin reklam sektöründe kalıcı bir yer edinebilmek ve daha büyük bütçeli sinema filmleri yapabilmek için 1986’dan 1993’e kadar sinema projelerine ara verdi. Bu dönemde sadece reklam filmlerinde, müzik kliplerinde yönetmen ve yapımcılık yaptı.
“Kapitalizm hayatın ta kendisidir...” diyen Sinan Çetin bugüne kadar yaklaşık 800’ü aşkın reklam filmine imza attı. Reklam sektöründe kendi dilini yaratan Sinan Çetin’in günümüzde bulunduğu konumu daha iyi anlamak için, ilk reklamlarından itibaren çektiği önemli reklamları incelemek gerekir.
RENAULT 11
Sinan Çetin’e ilk reklam teklifi, Yorum Ajans’ın yöneticisi ve kreatif yönetmeni Osman Uslu’dan geldi. Sinan Çetin’le daha önce birçok reklam fotoğrafları işleri yapan Osman Uslu, o dönem çalıştığı yönetmenin askere gitmesi üzerine Sinan Çetin’e “Renault” reklam filmini çekmesini teklif etti. Renault marka bir arabanın reklam filmini çeken Sinan Çetin, o dönemin görsel değerlerinin çok üstünde bir film çekti. Filmin sahip olduğu dinamizm ve ritmin yanında, renklerin kullanımı da çok güçlüydü. Filmin temel öğesi reklam filminde kullanılan kadındı. Kadının sahip olduğu güç, enerji ve dinamizm, arabanın özellikleriyle örtüşüyordu.
Renault reklam filminde, kadın fotoğrafçı, elinde makinesi ile arabayı takip ediyordu. Kadın, arabanın hızına yetişebilen yani 1980’lerin sunduğu yeni yaşamın hızını ve değişimini simgeliyordu. Hızlı, atak en önemlisi cesurdu. 1980’ler kadının, ev hayatından çıkıp çalışan, üreten, özgür ve cesur olan bir kadına dönüştüğü dünyanın empoze edilmeye çalışıldığı yıllardı. Kadınlar artık uyanmıştı, yemek yapmak ve çocuk bakmaktan başka şeyler de yapabileceklerini keşfetmeye başlamışlardı. Kadın artık fotoğrafçı, reklamcı ya da gazeteci olabilirdi. Çetin’in reklamlarında yer alan bu kadın, öyle olunması hayal edilen kadındı. Ve kadınların bu özlemlerinin canlı bir örneği karşılarındaydı. Sinan Çetin, Renault için hemen arkasında bir reklam filmi daha çekti. Aynı markanın farklı modeline çekilen reklamda kadın öğesi aynı vurgularla kullanıldı.
Her iki reklam filmi de, erkek kitle için yapılmasına rağmen, kadınları da etkilemeyi başarmıştı. Sinan Çetin, filmlerinde kadın öğesinin her türlü cinsel gücünden ve estetik güzelliğinden yararlanarak erkek hedef kitlesini memnun etmeyi başarmıştı. Ve tabii ki de kendisini de. Çünkü Sinan Çetin için kadın öğesinin güzelliğini ve gizemini ortaya koymak bir tutkuydu. Film çekerken, yaptığı işten memnun ve mutlu olmasını sağlayan önemli öğelerden biridir. Güzelliğe hayran bir yönetmenin, güzelliği sergilemekteki isteği, filmlerinin de başarısını sağlayan en önemli etkendi.
Renault filmleri, beklenenden daha çok ses getirmekle birlikte TRT’de yılın en iyi reklam filmi ödülünü de beraberinde getirdi. Sinan Çetin’in reklam dünyasıyla başlayan ve uzun yıllar sürecek olan önemli birlikteliği başlamış oldu.
(Sinan Çetin'in çektiği uzun metraj filmlerinin bilgileri elmaaltshift.wordpress.com'da yayınlanacaktır.)
Yamaha Deniz Motorları
'Yamaha Marine Motors'
Ajans: Red Cell, Milan • Metin Yazarı: Laura Cattane • Sanat Yönetmeni: Giorgio Cignoni • Fotoğraf: Fulvio Bonavia
Ajans: Red Cell, Milan • Metin Yazarı: Laura Cattane • Sanat Yönetmeni: Giorgio Cignoni • Fotoğraf: Fulvio Bonavia
Finlay MacKay
adidas, Arena, BT, Diesel, Harrods, Nike, Olympus gibi markalar için çok başarılı işlere imza atan reklam fotoğrafçısı İskoçyalı Finlay MacKay ilk önemli çekimini KesselsKramer'ın Diesel için yaptığı ödüllü 'Work Harder' kampanyası için yaptı. Işığı, çok figürlü kompozisyonlarda başarıyla uygulayan fotoğrafçının diğer işlerine buradan ulaşabilirsiniz.
(Not: Daha önce KesselsKramer'ın sitesine girmeyenler için küçük bir bilgi. Sitenin ucuz göründüğüne bakmayın ve site içeriğini bitirdikten sonra 'yenile' butonuna basın. Bu sefer farklı bir siteyle karşılaşacaksınız. Ve 'yenile' butonuna buradaki işiniz bittiğinde tekrar basın.)
(Not: Daha önce KesselsKramer'ın sitesine girmeyenler için küçük bir bilgi. Sitenin ucuz göründüğüne bakmayın ve site içeriğini bitirdikten sonra 'yenile' butonuna basın. Bu sefer farklı bir siteyle karşılaşacaksınız. Ve 'yenile' butonuna buradaki işiniz bittiğinde tekrar basın.)
Melezlerin yükselişi
'Galakside yaşanan çarpışmanın yarattığı kaos ve kötü yan etkilerden benzersiz bir düzen oluşmaya başlar, daha önce görülmemiş yeni yaşam formlarında ani bir artış görülür. Birdenbire, bütün kombinasyonlar olası hale gelir; hayvanlar diğer hayvanlarla birleşir. Bitkiler minerallerle; insanlar ve nesneler ise daha önceki soylarıyla birleşir. İşte bu, melez ırkın yükselişidir.
'Nike'ın aşağıdaki filminin konusu böyle. Hepsi birbirinden ilginç 3 filmden oluşan serinin yönetmeni Hunter Gatherer. Sitesinde diğer başarılı çalışmalarını da izleyebilirsiniz.
'Air Max90,Air Max95, Air Max97 ve Woven Air Footscape (örgü mantığında ayağı saran bir model olabilir) modelleri, Nike'ın sunduğu rahatlık ve dayanıklılığı maxair teknolojik gelişiminin geldiği son nokta -AirMax360- ile birleştirerek yeni bir efsanevi ürün serisi oluşturuyor. Pençe yok, köpük yok sadece NIKE AIR. Bir defaya mahsus gerçekleşiyor.'
(Yazının orijinali burada.)
'Nike'ın aşağıdaki filminin konusu böyle. Hepsi birbirinden ilginç 3 filmden oluşan serinin yönetmeni Hunter Gatherer. Sitesinde diğer başarılı çalışmalarını da izleyebilirsiniz.
'Air Max90,Air Max95, Air Max97 ve Woven Air Footscape (örgü mantığında ayağı saran bir model olabilir) modelleri, Nike'ın sunduğu rahatlık ve dayanıklılığı maxair teknolojik gelişiminin geldiği son nokta -AirMax360- ile birleştirerek yeni bir efsanevi ürün serisi oluşturuyor. Pençe yok, köpük yok sadece NIKE AIR. Bir defaya mahsus gerçekleşiyor.'
(Yazının orijinali burada.)
Hız yaralar.
Aşağıdakiler, Danimarka Yol Güvenliği Kurulu için Fredrik Callinggaard yönetmenliği ve Duckling post prodüksiyonuyla çekilmiş çok başarılı iki sosyal kampanya filmi.
Daha önce Coldplay'de de gördüğümüz ters zamanlı teknikle çekilen filmin özel efektleri o kadar başarılı yapılmış ki, 'önce' ve 'sonra' görüntülere baktığınız zaman da bile nasıl yapıldığını anlamıyorsunuz. Özellikle cam parçacıklarının yüzde oluşturduğu çiziklerin bile en ince ayrıntısına kadar yapılması filmin yarattığı gerçekliğin -tabir yerindeyse- dibine vurmasına neden oluyor.
(Yazının orijinali burada.)
Daha önce Coldplay'de de gördüğümüz ters zamanlı teknikle çekilen filmin özel efektleri o kadar başarılı yapılmış ki, 'önce' ve 'sonra' görüntülere baktığınız zaman da bile nasıl yapıldığını anlamıyorsunuz. Özellikle cam parçacıklarının yüzde oluşturduğu çiziklerin bile en ince ayrıntısına kadar yapılması filmin yarattığı gerçekliğin -tabir yerindeyse- dibine vurmasına neden oluyor.
(Yazının orijinali burada.)
Efes Pilsen
Cuma, Eylül 15, 2006
Ara...
Reklam ve tasarım blogu Elma+Alt+Shift bir haftalığına tatilde... 24 Eylül'den itibaren, her gün güncellenecek içeriğiyle yine aynı adreste.
Advertising and design blog Elma+Alt+Shift is on vacation for one week...
From the 24th of September, it will be back on-line with its daily uploaded content.
Fotoğraf: Zafer Kaptanoğlu
Advertising and design blog Elma+Alt+Shift is on vacation for one week...
From the 24th of September, it will be back on-line with its daily uploaded content.
Fotoğraf: Zafer Kaptanoğlu
Method
Method, "insan-sever" temizlik ürünleri.
Method, "people-friendly" cleaning products.
www.peopleagainstdirty.com
Ajans/Agency: Crispin Porter + Bogusky
Perşembe, Eylül 14, 2006
Rexona Ağacı
Ajans: Lowe Porta, Santiago, Şili - Sanat Yönetmeni: Giancarlo Landini - Metin Yazarı: Sebastian Collantes - İllüstratör: Giancarlo Landini
via
Çiçek Abbas (Sinan Çetin, tez araştırması devamı)
Yapım Yılı: 1982 - Yapım: Kök Film - Yapımcı: Engin Karabağ - Yönetmen: Sinan Çetin - Senaryo: Yavuz Turgul - Görüntü Yönetmeni: Çetin Tunca - Kurgu:Yılmaz Atadeniz - Özgün Müzik:Cahit Berkay - Jenerik Müziği: “Dönence” (Barış Manço, Kurtalan Ekspres) - Oyuncular: İlyas Salman, Şener Şen, Ayşen Gruda, Pembe Mutlu, Ahmet Mekin, İhsan Yüce
Abbas (İlyas Salman), İstanbul’un bir kenar semtinde minibüs şoförü Dayı Şakir’in (Şener Şen) yanında muavinlik yapmaktadır. Abbas, dürüst bir gençtir. Şakir ise kötü niyetli biridir. Şakir’in evleneceğim diye oyaladığı Nazlı (Pembe Mutlu) ile Abbas arasında duygusal bir ilişki başlar. Abbas’ın tüm hayali, bir minibüs alıp, Nazlı ile evlenmektir. Ancak Şakir, sevgilisinin Abbas ile yakınlaşmasını hazmedemez. Ve böylece Abbas ile Şakir arasında amansız bir mücadele başlar. Film, konusu itibariyle tipik Yeşilçam filmlerinin iyi-kötü çatışması üzerine kuruludur. İyi-kötü çatışması, dünya edebiyatı ve sinemasının da yüzlerce kez konu edilmiştir. Bunun en büyük sebebi, insanların gerek yazıda gerekse perdede gördüklerinde özdeşleşebilmeleridir. Çiçek Abbas, konusu sayesinde seyirci ile hemen sıkı bağlar kuran, özdeşleşmeyi yoğun biçimde yaşattıran bir anlatıma sahiptir. Filme, iyi ve kötünün güç mücadelesi yanında, bir de aşk öğesi eklenerek seyirci ile güçlü bir bağ kurulur. Seyirci her zaman iyinin, ezilenin ve haksızlığa uğrayanın yanındadır. Dolayısıyla Abbas karakteri, saf ve dürüst olmasıyla seyircin sempatisini kazanırken, kötünün karşısında verdiği ayakta kalabilme mücadelesi seyirciyi tam kalbinden yakalar. Abbas da, Şakir de hemen her gün karşılaştığımız, çevremizde yaşayan binlerce insan tiplemelerinden biridir. Bu yüzden seyirci, filmi bir tür müsabaka gibi izler. Gerçek hayatta kötünün karşısında yenilen seyirci; filmde bu mücadeleden galip ayrılmak ister. Bu yüzden filmin sonuna kadar kötünün karşında durur.
Sinan Çetin, iyi-kötü çatışmasının seyirci üzerindeki etkisini hissetmiş ve bu etkiyi güçlendirmeye çalışmıştır. Çiçek Abbas oyuncu kadrosu, anlatım dili ve müziğiyle Yeşilçam’ın Arzu Film Güldürüleri olarak adlandırılan bir döneme damgasını vurmuş filmlere benzerliği ile dikkat çeker. Arzu Film yapımcılığını üstlendiği Ertem Eğilmez filmlerinde senarist olarak çalışmış olan Yavuz Turgul, Çiçek Abbas’ta da Arzu Film güldürülerinin anlatım geleneğini sürdürmüştür.
Filmin, Yeşilçam ve Arzu Film güldürülerindeki gibi sıcak, samimi ve içten bir anlatımı vardır. Filmde yer alan bütün karakterler çok gerçektir. Hayatın içinden tiplemeler, hayatın içinden mahalleler, filmde tüm samimiyeti ile yer alır. Bu anlamda oyuncu yönetimi, mekan seçimi, kostüm ve dekor uygulaması bakımından film gerçeklik duygusunu güçlendiren bir yönetime sahiptir. Cahit Berkay’ın sıcak ve ritmik müziği de eklenince, filmin anlatım dili daha da desteklenmiştir.
Sinan Çetin filmlerinde kadın karakterler daha güçlü, baskın, ayakları yere sağlam basan karakterlerken, erkek karakterler zayıf, belirsiz kalmaktadır. Sanki yönetmen, erkek karakterleri göz ardı etmiş gibidir. Bu Sinan Çetin’in kadınları daha iyi tanıyıp, analiz edebilmesinden mi kaynaklıdır bilinmez ama, filmlerinde kadınların daha güçlü ve etkili olduğu kanısı sinema otoritelerince yaygın bir görüştür. Ancak, Çiçek Abbas filmi bu noktada belki de tek istisna filmidir. Filmin ana iki kahramanı da erkektir. Ve bu iki erkek kahramanın kimlikleri de filmde çok net, açık ve başarılı bir biçimde ortaya konulmuştur. Hatta filmde paylaşılamayan kadın olarak yer alan Nazlı karakteri, daha üstün körü çizilmiştir. Sanki Nazlı karakteri bir tür simge gibidir. Nazlı’nın kişisel derinliği, karakter özellikleri neredeyse hiç işlenmemiş gibidir. Sinan Çetin’in bu filmde erkek karakterleri oluşturmadaki başarısında, kuşkusuz Yavuz Turgul’un sağlam yapılı senaryosunun da gücü büyüktür.
Çiçek Abbas, Sinan Çetin’in filmografisi içinde en sevilen, televizyonlarda en çok tekrarı yayınlanan ve her seferinde de reyting rekorları kıran bir film olmuştur. Sinan Çetin filmografisine bugün bakıldığında, birçok seyirci ve film eleştirmeni Çiçek Abbas filminin ayrı bir yere koyarlar. Sinan Çetin sinemasından ya da kimliğinden hoşlanmayan birçok seyirci bile, bu filmin kendine özgü bir tadı olduğunu, hatta Sinan Çetin filmlerine benzemediğini söylerler. Seyircileri böylesine keskin bir ayrıma iten şey, Çiçek Abbas filminin gerek anlatım özellikleri, gerekse verdiği mesaj itibariyle, Sinan Çetin kimliğinden farklı bir nitelik taşımasıdır. Bugün, Sinan Çetin’in çizdiği sosyal kimlik ve politik söylemleri ile filminin söyleminin örtüşmediği inancı hakimdir. Sinan Çetin’in Çiçek Abbas filmindeki sıcaklığı ve samimiyeti hiçbir zaman yakalayamadığı iddia edilmektedir. Seyirci tarafından çok sevilen Çiçek Abbas Filmi 19. Antalya Film Festivali’nde en iyi senaryo ve en iyi film ödüllerini almıştır.
Çiçek Abbas filminin başarısından sonra dikkatleri daha çok üstüne çeken Sinan Çetin, o dönemin sinema eleştirmenleri ve Yeşilçam tarafından umut vaat eden yönetmen olarak görülmüştür. Sinan Çetin, gelen başarılarının ardından 14 Numara filmini çekmeye karar verir. İrfan Yalçın’ın Genelevde Yas adlı romanından sinemaya uyarladığı bu film, Sinan Çetin’in yönetmenlik kariyerinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü birçok sinema yazarına göre, Sinan Çetin, bu filmden sonra büyük bir değişim yaşamış ve filmlerindeki söylem tamamen değişmiştir. 14 Numara filminden sonra çektiği Gökyüzü filmiyle başlayan değişimin tamamen farklı ideolojinin ürünü olduğu iddia edilir.
Abbas (İlyas Salman), İstanbul’un bir kenar semtinde minibüs şoförü Dayı Şakir’in (Şener Şen) yanında muavinlik yapmaktadır. Abbas, dürüst bir gençtir. Şakir ise kötü niyetli biridir. Şakir’in evleneceğim diye oyaladığı Nazlı (Pembe Mutlu) ile Abbas arasında duygusal bir ilişki başlar. Abbas’ın tüm hayali, bir minibüs alıp, Nazlı ile evlenmektir. Ancak Şakir, sevgilisinin Abbas ile yakınlaşmasını hazmedemez. Ve böylece Abbas ile Şakir arasında amansız bir mücadele başlar. Film, konusu itibariyle tipik Yeşilçam filmlerinin iyi-kötü çatışması üzerine kuruludur. İyi-kötü çatışması, dünya edebiyatı ve sinemasının da yüzlerce kez konu edilmiştir. Bunun en büyük sebebi, insanların gerek yazıda gerekse perdede gördüklerinde özdeşleşebilmeleridir. Çiçek Abbas, konusu sayesinde seyirci ile hemen sıkı bağlar kuran, özdeşleşmeyi yoğun biçimde yaşattıran bir anlatıma sahiptir. Filme, iyi ve kötünün güç mücadelesi yanında, bir de aşk öğesi eklenerek seyirci ile güçlü bir bağ kurulur. Seyirci her zaman iyinin, ezilenin ve haksızlığa uğrayanın yanındadır. Dolayısıyla Abbas karakteri, saf ve dürüst olmasıyla seyircin sempatisini kazanırken, kötünün karşısında verdiği ayakta kalabilme mücadelesi seyirciyi tam kalbinden yakalar. Abbas da, Şakir de hemen her gün karşılaştığımız, çevremizde yaşayan binlerce insan tiplemelerinden biridir. Bu yüzden seyirci, filmi bir tür müsabaka gibi izler. Gerçek hayatta kötünün karşısında yenilen seyirci; filmde bu mücadeleden galip ayrılmak ister. Bu yüzden filmin sonuna kadar kötünün karşında durur.
Sinan Çetin, iyi-kötü çatışmasının seyirci üzerindeki etkisini hissetmiş ve bu etkiyi güçlendirmeye çalışmıştır. Çiçek Abbas oyuncu kadrosu, anlatım dili ve müziğiyle Yeşilçam’ın Arzu Film Güldürüleri olarak adlandırılan bir döneme damgasını vurmuş filmlere benzerliği ile dikkat çeker. Arzu Film yapımcılığını üstlendiği Ertem Eğilmez filmlerinde senarist olarak çalışmış olan Yavuz Turgul, Çiçek Abbas’ta da Arzu Film güldürülerinin anlatım geleneğini sürdürmüştür.
Filmin, Yeşilçam ve Arzu Film güldürülerindeki gibi sıcak, samimi ve içten bir anlatımı vardır. Filmde yer alan bütün karakterler çok gerçektir. Hayatın içinden tiplemeler, hayatın içinden mahalleler, filmde tüm samimiyeti ile yer alır. Bu anlamda oyuncu yönetimi, mekan seçimi, kostüm ve dekor uygulaması bakımından film gerçeklik duygusunu güçlendiren bir yönetime sahiptir. Cahit Berkay’ın sıcak ve ritmik müziği de eklenince, filmin anlatım dili daha da desteklenmiştir.
Sinan Çetin filmlerinde kadın karakterler daha güçlü, baskın, ayakları yere sağlam basan karakterlerken, erkek karakterler zayıf, belirsiz kalmaktadır. Sanki yönetmen, erkek karakterleri göz ardı etmiş gibidir. Bu Sinan Çetin’in kadınları daha iyi tanıyıp, analiz edebilmesinden mi kaynaklıdır bilinmez ama, filmlerinde kadınların daha güçlü ve etkili olduğu kanısı sinema otoritelerince yaygın bir görüştür. Ancak, Çiçek Abbas filmi bu noktada belki de tek istisna filmidir. Filmin ana iki kahramanı da erkektir. Ve bu iki erkek kahramanın kimlikleri de filmde çok net, açık ve başarılı bir biçimde ortaya konulmuştur. Hatta filmde paylaşılamayan kadın olarak yer alan Nazlı karakteri, daha üstün körü çizilmiştir. Sanki Nazlı karakteri bir tür simge gibidir. Nazlı’nın kişisel derinliği, karakter özellikleri neredeyse hiç işlenmemiş gibidir. Sinan Çetin’in bu filmde erkek karakterleri oluşturmadaki başarısında, kuşkusuz Yavuz Turgul’un sağlam yapılı senaryosunun da gücü büyüktür.
Çiçek Abbas, Sinan Çetin’in filmografisi içinde en sevilen, televizyonlarda en çok tekrarı yayınlanan ve her seferinde de reyting rekorları kıran bir film olmuştur. Sinan Çetin filmografisine bugün bakıldığında, birçok seyirci ve film eleştirmeni Çiçek Abbas filminin ayrı bir yere koyarlar. Sinan Çetin sinemasından ya da kimliğinden hoşlanmayan birçok seyirci bile, bu filmin kendine özgü bir tadı olduğunu, hatta Sinan Çetin filmlerine benzemediğini söylerler. Seyircileri böylesine keskin bir ayrıma iten şey, Çiçek Abbas filminin gerek anlatım özellikleri, gerekse verdiği mesaj itibariyle, Sinan Çetin kimliğinden farklı bir nitelik taşımasıdır. Bugün, Sinan Çetin’in çizdiği sosyal kimlik ve politik söylemleri ile filminin söyleminin örtüşmediği inancı hakimdir. Sinan Çetin’in Çiçek Abbas filmindeki sıcaklığı ve samimiyeti hiçbir zaman yakalayamadığı iddia edilmektedir. Seyirci tarafından çok sevilen Çiçek Abbas Filmi 19. Antalya Film Festivali’nde en iyi senaryo ve en iyi film ödüllerini almıştır.
Çiçek Abbas filminin başarısından sonra dikkatleri daha çok üstüne çeken Sinan Çetin, o dönemin sinema eleştirmenleri ve Yeşilçam tarafından umut vaat eden yönetmen olarak görülmüştür. Sinan Çetin, gelen başarılarının ardından 14 Numara filmini çekmeye karar verir. İrfan Yalçın’ın Genelevde Yas adlı romanından sinemaya uyarladığı bu film, Sinan Çetin’in yönetmenlik kariyerinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü birçok sinema yazarına göre, Sinan Çetin, bu filmden sonra büyük bir değişim yaşamış ve filmlerindeki söylem tamamen değişmiştir. 14 Numara filminden sonra çektiği Gökyüzü filmiyle başlayan değişimin tamamen farklı ideolojinin ürünü olduğu iddia edilir.
Süper kahraman
Brentter'ın belirttiğine göre yukarıdaki harika filmin yönetmeni Mark Folley'miş. Hemen yönetmenden bahsetmek istedim çünkü filmde yaratılan atmosferi, kompozisyonu ve ışığı o kadar dengeli kullanmış ki, ortaya doğru ve yaratıcı fikirle birlikte başarılı ve etkileyici bir film çıkmış. Amerikalı Folk şarkı yazarı Johnny Cash'in Nine Inch Nails şarkısı 'Hurt'ü seslendirdiği reklam filminin ajansı Clemenger BBDO .
Packshot: Maalesef tacize uğrayan çocukların süper güçleri yoktur. Ama sizin var... Çocukluk kahramanı olun. Avustralyalı Çocukluk Vakfı'na bağışta bulunun.
Çarşamba, Eylül 13, 2006
Çirkinler de Sever (Sinan Çetin, tez araştırması devamı)
Yapım Yılı:1981 - Yapım: Barış Prodüksiyon - Yapımcı: Vural Pakel - Yönetmen: Sinan Çetin - Senaryo: Sinan Çetin - Görüntü Yönetmeni: Ertunç Şenkay - Oyuncular:Müdje Ar, İlyas Salman, Tunga Uyar, Atilla Türköz, Fatih Özses
Ünlü bir film yıldızı Müjde (Müjde Ar), Doğu Anadolu’daki köylerden bir tanesinde film çekimine gider. Orada Mazlum’un (İlyas Salman) kendisine aşık olmasını sağlar. Ve İstanbul’a döner. Bu saf genç, aşık olduğu yıldızı bulmak için onun peşinden İstanbul’a gelir. Ancak orada karşılaştığı dünya, hiç de hayal ettiği gibi değildir.
Çirkinler de Sever filmi, o dönemin iki ünlü oyuncusu Müjde Ar ve İlyas Salman’ı bir araya getirmiştir. Müjde Ar, dönemin en iddialı kadın imgelerinden biridir. Güzelliği ve seksapalitesi ile özellikle erkek seyircilerin rüyalarını süslemektedir. Müjde Ar ile çalışmak, tam da Sinan Çetin’in tarzıdır. Çünkü kadın karakterini vurgulamaktaki gücü ve başarısı ortadır. Müjde Ar, bu anlamda biçilmiş kaftandır. Filmde Müjde Ar’ın yer aldığı her kare, onun güzelliğinin ve dişiliğinin altını çizer. Zaten hikaye gereği, bir film yıldızı olan kadın karakterimiz, erkeklerin ilgisini nasıl çekeceğini çok iyi bilen, dişiliğini kullanmakta çok başarılı olan bir kadın olarak karşımızdadır.
Filmde, batılı ve modern bir kadınla, doğulu saf ve temiz bir delikanlı karşılaşacak ve karşılaşmadan traji-komik ama çok gerçek bir çatışma doğacaktır. İki farklı dünyanın karşılaştığı bu noktada aşk bile yetersiz kalacaktır. Saf ve iyi yürekli Mazlum’un aşık olduğu kadın, onun beklentilerine cevap veremeyecektir. Mazlum, sevdiği kadını korumaya, kollamaya ve sahiplenmeye çalışacak ama Müjde bu sahiplenmeye önceleri sadece alay ederek cevap verecektir. Aslında Müjde çok yalnızdır. Gerçek aşkın ve sadakatin özlemini çekmektedir. Ama içinde yaşadığı dünyanın koşullarına ayak uydurmuş ve sahte ilişkilerin bir parçası olmuştur. Bu düzenin içinde Mazlum’un yaşadığı ise büyük bir hayal kırıklığıdır. Köyde film çekimleri sırasında yakınlaştığı kadın ile İstanbul’da gördüğü bu kadın arasında büyük farklar vardır. Bu dünyaya girmeye çalışır. Aslında tek istediği Müjde’nin yanında olmaktır. Odasına düşen bu yıldıza sıkı sıkıya sarılmak istemektedir. Yalnızlık duygusu giderek artan Müjde, kendini Mazlum’un sıcak ve sadık kollarına atar. Çünkü güvenebileceği kimse yoktur. Mazlum ise tüm saflığı ve içtenliği ile yanındadır. Mazlum’un yanında güven ve huzur duyar. Ancak, Mazlum istediği aşkı sunabilecek kişi değildir. Saflığın ve güvenin temsilcisidir, aşık olunacak bir erkeğin değil.
Sinan Çetin, başından beri filmin adını Odama Düşen Yıldız olarak düşünmüştür. Ancak yapımcı firma, onun koyduğu bu ismin ticari ve ilgi çekici olmadığını düşünerek filmin adını yönetmenden habersiz değiştirmiştir. Filmin afişlerini bile kendi hazırlayan yönetmen, ertesi gün filmin afişlerinde bambaşka bir ismin yazıldığını görerek, büyük bir şaşkınlık ve kırgınlık yaşamıştır.
Çirkinler de Sever filmindeki tiplemeler ve anlatım özellikleri, Sinan Çetin’in bundan sonra yapacağı sinema ve reklam filmlerinde de sık sık karşımıza çıkacaktır. Doğulu bir genç adamın, saf ve temiz duyguları, güzel bir şehirli kadının karşısında yaşadığı duygu hezeyanları, yönetmenin birçok filminde kullandığı önemli bir öğe olacaktır. Yönetmen, iki farklı kültür arasında yaşanan tezatlıkları ve çelişkileri konu olarak ilerde yapacağı çalışmalarda da kullanacaktır. Doğulu ve batılı karşılaşması hemen hemen bütün filmlerinde yer alan önemli bir çatışma haline gelecektir. Sinan Çetin’in Berlin in Berlin sinema filminde, Falım, Uludağ Gazoz, Total, Bonus Card, Arçelik, Vestel, Biskrem gibi reklam filmlerinde de hep bu buluşma yaşanacaktır. Bu buluşmadan doğan komik, trajik durum önemli bir güldürü öğesi olacaktır. Bunun Türk seyircisi üzerindeki etkisini ve gücünü keşfeden yönetmen, çok iyi bildiği bu çatışmayı farklı farklı filmlerde defalarca sunacak ve seyircinin aklında yer eden önemli ve popüler filmlere imzasını atmış olacaktır.
Çirkinler de Sever filmi teknik ve estetik öğeler bakımından incelendiğinde yönetmenin teknik açıdan değişik açılar ya da görsel oyunlara başvurmadığı açıkça görülür. Yönetmen, kendini filmin hikayesine bırakmıştır. Anlatım ve dil, sade ve gösterişten uzaktır. Önemli olan filmin öyküsünün akıcılığı ve karakterlerle seyircinin özdeşleşmesidir. Seyircinin, bir filmde görmeyi en sevdiği iki öğe bir aradadır. Masumiyet ve ulaşılmaz güzellik.
Sinema sanatının en büyülü kavramlarından biri de özdeşleşmedir. Seyircinin perdede gördüğü karakterle buluşması ve kendini onların yerine koyarak, hikayenin adeta içinde yer almasını sağlar. Kahraman, savaştıkça seyirci de savaşır. Kahraman sevdikçe ya da acı çektikçe seyirci de acı çeker. Bu durum seyircinin, filmle kopmaz bağlar kurmasını sağlar. Sinema tarihi boyunca, özdeşleşme kavramı hep tartışılmıştır. Rus sinemacı Dziga Vertov ya da Fransız Yeni Dalga Akımı'nın yönetmenleri özdeşlemeyi reddetmiş ve bu reddedişin temsili filmlerini çekmişlerdir. Özdeşleşmenin seyirciyi uyutan bir uyuşturucu bile olduğunu iddia etmişler. Filmlerinde seyircinin özdeşleşme yaşamasını engelleyen kamera açılarına ve anlatım özelliklerine başvurmuşlardır.
Sinan Çetin ise, Fransız Yeni Dalga Akımı'nın aksine, sinemanın bir özdeşleşme sanatı olduğunu savunur. Ona göre, seyirci perdede kendisine benzeyen karakterleri görmek ister. Bu benzerliğin fiziksel ya da sosyal benzerlik olması şart değildir. Ancak duygusal olarak benzerliğin olması kaçınılmazdır. Aşk, şiddet, öfke, acıma, sahiplenme, gururlanma gibi tüm insanlığın sahip olduğu bu ortak duyguların özdeşlemeyi sağladığını savunur. Ortak duyguları paylaşan kahraman ve seyircinin hemen bir yakınlık kuracağını iddia eder. Kurulan bu yakınlık, seyircinin bir filmi izlemesindeki en önemli etkendir. Kendisine fiziksel ya da ırksal olarak benzemeyen bir film karakteri de, seyirci ile ortak duygularda buluşabilir. Bunun en önemli örneklerinden biri de Arçelik reklam filmleridir. Sinan Çetin’in yönettiği Arçelik reklam filmlerinde Çelik adındaki robot baş kahramanımızdır. Seyircinin bir robotla özdeşlemesi zor gibi görünse de, yönetmen robota insansı özellikler ve duygusal tepkiler ekleyerek, seyircinin bir robotla yakınlık kurmasını yani özdeşleşmesini sağlamıştır.
Sinan Çetin, Çirkinler de Sever filminin hemen ardından yeni bir film çekmek ister. Ancak bu sefer, elinde iyi yazılmış bir senaryosu yoktur. Senaryo konusunda daha önce çektiği filmlerde varolan eksikliklerin farkındadır. Aynı hataları tekrarlamaktan kaçınır. Bu filmde, senarist olarak Yavuz Turgul ile çalışır. Ortak çalışmanın sonunda ortaya güzel bir film çıkar. Ancak, filmin senaryosu konusunda Yavuz Turgul ile Sinan Çetin arasında çıkan anlaşmazlık büyük sorunlara yol açar. Bu filmde yaşanan anlaşmazlıklar, iki yönetmen arasında yıllarca sürecek olan bir dargınlığa sebep olur. Sinan Çetin, filmin senaryosundan 25-30 sayfayı, filmin yapısını bozduğunu düşünerek, yırtıp atmış ve bu durum Yavuz Turgul’la ilişkisini kopartan olay olmuştur. Yavuz Turgul, filmin çekiminden sonra, senaryonun kendisine ait olmadığını söylemiş ve filmi reddetmiştir. Bu anlaşmazlık, Sinan Çetin’in senaryoya saygısızlık ettiği yolundaki düşünceleri kuvvetlendirmiştir. Bu olaydan sonra, yönetmen tüm kariyeri boyunca senaryo konusunda senarist ve ekipleriyle sürekli sorunlar yaşamıştır.
Sinan Çetin’in senaryo düşmanı olarak adlandırılmasına kadar giden bu söylenceler elbette temelsiz değildir. Sinan Çetin, kariyerinde neredeyse senaryosuz film çekmek gibi bir alışkanlık edinmiştir. Bu durum sadece uzun metraj filmlerinde değil, reklam filmlerinde de sürmüştür. Reklam ajanslarının yazdığı reklam senaryolarına uymayıp, senaryoda zaman zaman değişiklikler yapması, ajansların da tepki göstermesine sebep olmuştur. Ancak, yönetmenin kendi arzusuna göre çektiği filmlerin başarısını gören ajansların bir kısmı, yönetmenin bu konudaki asi ve söz dinlemez tutumunu kabullenmiştir. Sinan Çetin’in senaryoya karşı bu sert tutumun altında başka sebepler aramak gereklidir. Film senaryosu ile edebi metin arasında fark olduğunu düşünür. Senaristlerin, roman yazar gibi kaleme aldığı senaryoların, sinematografik anlatımı bozduğunu, sinema dilinin, roman diliyle asla örtüşemeyecek, bambaşka bir dile sahip olduğunu savunur.
Çiçek Abbas filmi, senaryo konusundaki bütün tartışmalara rağmen, seyirciyle kolaylıkla özdeşleşen karakterlerin yer aldığı bir filmdir.
(Yarın Çiçek Abbas)
Ünlü bir film yıldızı Müjde (Müjde Ar), Doğu Anadolu’daki köylerden bir tanesinde film çekimine gider. Orada Mazlum’un (İlyas Salman) kendisine aşık olmasını sağlar. Ve İstanbul’a döner. Bu saf genç, aşık olduğu yıldızı bulmak için onun peşinden İstanbul’a gelir. Ancak orada karşılaştığı dünya, hiç de hayal ettiği gibi değildir.
Çirkinler de Sever filmi, o dönemin iki ünlü oyuncusu Müjde Ar ve İlyas Salman’ı bir araya getirmiştir. Müjde Ar, dönemin en iddialı kadın imgelerinden biridir. Güzelliği ve seksapalitesi ile özellikle erkek seyircilerin rüyalarını süslemektedir. Müjde Ar ile çalışmak, tam da Sinan Çetin’in tarzıdır. Çünkü kadın karakterini vurgulamaktaki gücü ve başarısı ortadır. Müjde Ar, bu anlamda biçilmiş kaftandır. Filmde Müjde Ar’ın yer aldığı her kare, onun güzelliğinin ve dişiliğinin altını çizer. Zaten hikaye gereği, bir film yıldızı olan kadın karakterimiz, erkeklerin ilgisini nasıl çekeceğini çok iyi bilen, dişiliğini kullanmakta çok başarılı olan bir kadın olarak karşımızdadır.
Filmde, batılı ve modern bir kadınla, doğulu saf ve temiz bir delikanlı karşılaşacak ve karşılaşmadan traji-komik ama çok gerçek bir çatışma doğacaktır. İki farklı dünyanın karşılaştığı bu noktada aşk bile yetersiz kalacaktır. Saf ve iyi yürekli Mazlum’un aşık olduğu kadın, onun beklentilerine cevap veremeyecektir. Mazlum, sevdiği kadını korumaya, kollamaya ve sahiplenmeye çalışacak ama Müjde bu sahiplenmeye önceleri sadece alay ederek cevap verecektir. Aslında Müjde çok yalnızdır. Gerçek aşkın ve sadakatin özlemini çekmektedir. Ama içinde yaşadığı dünyanın koşullarına ayak uydurmuş ve sahte ilişkilerin bir parçası olmuştur. Bu düzenin içinde Mazlum’un yaşadığı ise büyük bir hayal kırıklığıdır. Köyde film çekimleri sırasında yakınlaştığı kadın ile İstanbul’da gördüğü bu kadın arasında büyük farklar vardır. Bu dünyaya girmeye çalışır. Aslında tek istediği Müjde’nin yanında olmaktır. Odasına düşen bu yıldıza sıkı sıkıya sarılmak istemektedir. Yalnızlık duygusu giderek artan Müjde, kendini Mazlum’un sıcak ve sadık kollarına atar. Çünkü güvenebileceği kimse yoktur. Mazlum ise tüm saflığı ve içtenliği ile yanındadır. Mazlum’un yanında güven ve huzur duyar. Ancak, Mazlum istediği aşkı sunabilecek kişi değildir. Saflığın ve güvenin temsilcisidir, aşık olunacak bir erkeğin değil.
Sinan Çetin, başından beri filmin adını Odama Düşen Yıldız olarak düşünmüştür. Ancak yapımcı firma, onun koyduğu bu ismin ticari ve ilgi çekici olmadığını düşünerek filmin adını yönetmenden habersiz değiştirmiştir. Filmin afişlerini bile kendi hazırlayan yönetmen, ertesi gün filmin afişlerinde bambaşka bir ismin yazıldığını görerek, büyük bir şaşkınlık ve kırgınlık yaşamıştır.
Çirkinler de Sever filmindeki tiplemeler ve anlatım özellikleri, Sinan Çetin’in bundan sonra yapacağı sinema ve reklam filmlerinde de sık sık karşımıza çıkacaktır. Doğulu bir genç adamın, saf ve temiz duyguları, güzel bir şehirli kadının karşısında yaşadığı duygu hezeyanları, yönetmenin birçok filminde kullandığı önemli bir öğe olacaktır. Yönetmen, iki farklı kültür arasında yaşanan tezatlıkları ve çelişkileri konu olarak ilerde yapacağı çalışmalarda da kullanacaktır. Doğulu ve batılı karşılaşması hemen hemen bütün filmlerinde yer alan önemli bir çatışma haline gelecektir. Sinan Çetin’in Berlin in Berlin sinema filminde, Falım, Uludağ Gazoz, Total, Bonus Card, Arçelik, Vestel, Biskrem gibi reklam filmlerinde de hep bu buluşma yaşanacaktır. Bu buluşmadan doğan komik, trajik durum önemli bir güldürü öğesi olacaktır. Bunun Türk seyircisi üzerindeki etkisini ve gücünü keşfeden yönetmen, çok iyi bildiği bu çatışmayı farklı farklı filmlerde defalarca sunacak ve seyircinin aklında yer eden önemli ve popüler filmlere imzasını atmış olacaktır.
Çirkinler de Sever filmi teknik ve estetik öğeler bakımından incelendiğinde yönetmenin teknik açıdan değişik açılar ya da görsel oyunlara başvurmadığı açıkça görülür. Yönetmen, kendini filmin hikayesine bırakmıştır. Anlatım ve dil, sade ve gösterişten uzaktır. Önemli olan filmin öyküsünün akıcılığı ve karakterlerle seyircinin özdeşleşmesidir. Seyircinin, bir filmde görmeyi en sevdiği iki öğe bir aradadır. Masumiyet ve ulaşılmaz güzellik.
Sinema sanatının en büyülü kavramlarından biri de özdeşleşmedir. Seyircinin perdede gördüğü karakterle buluşması ve kendini onların yerine koyarak, hikayenin adeta içinde yer almasını sağlar. Kahraman, savaştıkça seyirci de savaşır. Kahraman sevdikçe ya da acı çektikçe seyirci de acı çeker. Bu durum seyircinin, filmle kopmaz bağlar kurmasını sağlar. Sinema tarihi boyunca, özdeşleşme kavramı hep tartışılmıştır. Rus sinemacı Dziga Vertov ya da Fransız Yeni Dalga Akımı'nın yönetmenleri özdeşlemeyi reddetmiş ve bu reddedişin temsili filmlerini çekmişlerdir. Özdeşleşmenin seyirciyi uyutan bir uyuşturucu bile olduğunu iddia etmişler. Filmlerinde seyircinin özdeşleşme yaşamasını engelleyen kamera açılarına ve anlatım özelliklerine başvurmuşlardır.
Sinan Çetin ise, Fransız Yeni Dalga Akımı'nın aksine, sinemanın bir özdeşleşme sanatı olduğunu savunur. Ona göre, seyirci perdede kendisine benzeyen karakterleri görmek ister. Bu benzerliğin fiziksel ya da sosyal benzerlik olması şart değildir. Ancak duygusal olarak benzerliğin olması kaçınılmazdır. Aşk, şiddet, öfke, acıma, sahiplenme, gururlanma gibi tüm insanlığın sahip olduğu bu ortak duyguların özdeşlemeyi sağladığını savunur. Ortak duyguları paylaşan kahraman ve seyircinin hemen bir yakınlık kuracağını iddia eder. Kurulan bu yakınlık, seyircinin bir filmi izlemesindeki en önemli etkendir. Kendisine fiziksel ya da ırksal olarak benzemeyen bir film karakteri de, seyirci ile ortak duygularda buluşabilir. Bunun en önemli örneklerinden biri de Arçelik reklam filmleridir. Sinan Çetin’in yönettiği Arçelik reklam filmlerinde Çelik adındaki robot baş kahramanımızdır. Seyircinin bir robotla özdeşlemesi zor gibi görünse de, yönetmen robota insansı özellikler ve duygusal tepkiler ekleyerek, seyircinin bir robotla yakınlık kurmasını yani özdeşleşmesini sağlamıştır.
Sinan Çetin, Çirkinler de Sever filminin hemen ardından yeni bir film çekmek ister. Ancak bu sefer, elinde iyi yazılmış bir senaryosu yoktur. Senaryo konusunda daha önce çektiği filmlerde varolan eksikliklerin farkındadır. Aynı hataları tekrarlamaktan kaçınır. Bu filmde, senarist olarak Yavuz Turgul ile çalışır. Ortak çalışmanın sonunda ortaya güzel bir film çıkar. Ancak, filmin senaryosu konusunda Yavuz Turgul ile Sinan Çetin arasında çıkan anlaşmazlık büyük sorunlara yol açar. Bu filmde yaşanan anlaşmazlıklar, iki yönetmen arasında yıllarca sürecek olan bir dargınlığa sebep olur. Sinan Çetin, filmin senaryosundan 25-30 sayfayı, filmin yapısını bozduğunu düşünerek, yırtıp atmış ve bu durum Yavuz Turgul’la ilişkisini kopartan olay olmuştur. Yavuz Turgul, filmin çekiminden sonra, senaryonun kendisine ait olmadığını söylemiş ve filmi reddetmiştir. Bu anlaşmazlık, Sinan Çetin’in senaryoya saygısızlık ettiği yolundaki düşünceleri kuvvetlendirmiştir. Bu olaydan sonra, yönetmen tüm kariyeri boyunca senaryo konusunda senarist ve ekipleriyle sürekli sorunlar yaşamıştır.
Sinan Çetin’in senaryo düşmanı olarak adlandırılmasına kadar giden bu söylenceler elbette temelsiz değildir. Sinan Çetin, kariyerinde neredeyse senaryosuz film çekmek gibi bir alışkanlık edinmiştir. Bu durum sadece uzun metraj filmlerinde değil, reklam filmlerinde de sürmüştür. Reklam ajanslarının yazdığı reklam senaryolarına uymayıp, senaryoda zaman zaman değişiklikler yapması, ajansların da tepki göstermesine sebep olmuştur. Ancak, yönetmenin kendi arzusuna göre çektiği filmlerin başarısını gören ajansların bir kısmı, yönetmenin bu konudaki asi ve söz dinlemez tutumunu kabullenmiştir. Sinan Çetin’in senaryoya karşı bu sert tutumun altında başka sebepler aramak gereklidir. Film senaryosu ile edebi metin arasında fark olduğunu düşünür. Senaristlerin, roman yazar gibi kaleme aldığı senaryoların, sinematografik anlatımı bozduğunu, sinema dilinin, roman diliyle asla örtüşemeyecek, bambaşka bir dile sahip olduğunu savunur.
Çiçek Abbas filmi, senaryo konusundaki bütün tartışmalara rağmen, seyirciyle kolaylıkla özdeşleşen karakterlerin yer aldığı bir filmdir.
(Yarın Çiçek Abbas)
Dünya İlkyardım Günü
Bu gerçekçi görünen plastik mankenler, Kızıl Haç'ın girişimiyle, Toronto sakinlerine ilkyardımın gerekliliğine dikkat çekmek amacıyla, yürüyen merdivenlerin hemen sonuna konulmuş. Ve yanında da 'Ne yaptığını bil' yazısı var. Başarılı ve bir o kadar da etkili bir gerilla olmuş.
Ajansı: Downtown Partners, Toronto
via
via
Toyota RAV4
Hedef kitle eğer reklamcı, matbaacı ya da dijital baskıcılar ise bu ilan kesinlikle çok başarılı olmuş:) Ama sadece onlar değilse -keza değil- bu ilanı yapan sanat yönetmeni bulduğu yaratıcı fikri (belki de uzun uğraşlar sonucunda ama sanmıyorum) bir şekilde müşterisine satmış ve bu ilanı yayınlatmayı başarmış. Açıkçası bu da bir başarı bence. İşin 'çizer' kısmında olduğum için bu ilanı çok sevdim. Ama dediğim gibi, tam bir reklam sanat yönetmenine özel bir ilan olmuş.
Ajansı: FCB, Güney AfrikaYaratıcı Yönetmen: Gerhard Myburgh - Sanat Yönetmeni: Lindy Anne Mcrindle -Metin Yazarı: Charles Foley
via
Energizer - Uzun süreli enerji
Ajansı: DDB, Meksika - Sanat Yönetmeni: Víctor Figueroa - Metin Yazarı: Edgar del Castillo - Fotoğraf: Gustavo Dueñas
via
Salı, Eylül 12, 2006
EyçPi
HP’nin uluslararası kampanyası Türkiye’de de bir süredir yayında. TV açılışını JayZ ile yaptılar –ki JayZ’nin konser için Türkiye’ye geleceği düşünülürse çok iyi bir zamanlama. HP yeni kampanyasıyla mac master Apple'ın dokunduğu özel alanlara dokunmuş gibi ve bana göre ilk defa bir PC markası “enteresan” olmayı başarabildi. Kampanyanın ana teması “insan ve bilgisayarı arasındaki özel ilişki”, kampanyada JayZ’nin yanısıra, dallarında ünlü bir çok isim ve bilgisayarı yer alıyor, her birisine de bir nick-name verilmiş, JayZ’nin ki örneğin “CEO of Hip-Hop”. Diğer ünlülere gelince; Yine Hip-Hop’cı Pharrel, TV program yapımcısı Mark Burnett, Snowboard'cu Shaun White gibi gibi... Bu arada “ünlü kullanıyoruz yüzlerini cayır cayır gösterelim” görgüsüzlüğünden de uzaklar, basit ama etkili “gövde gösterisi” yapmışlar, nefis. Reklam filmlerinin yanısıra, bir dizi basın ilanı ve kampanyaya özel de logosu var. Uluslararası sitesi harika, mutlaka ziyaret edilmeli, kaçırmayın; www.hp.com
HP just lauched its international brand campaign in Turkey. They started with JayZ commercial -Fact is JayZ will be here in Turkey for a concert, its a well planned timing. Besides commercials there are prints and a logo which was developed just for this campaign. Good positioning, good creative idea and a perfect execution. Visit HP's web site: www.hp.com
HP just lauched its international brand campaign in Turkey. They started with JayZ commercial -Fact is JayZ will be here in Turkey for a concert, its a well planned timing. Besides commercials there are prints and a logo which was developed just for this campaign. Good positioning, good creative idea and a perfect execution. Visit HP's web site: www.hp.com
Cuma, Eylül 08, 2006
Perşembe, Eylül 07, 2006
Google Haberler
(NTVMSNBC'den direkt alıntı)
Aralarında The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post, The Guardian ve Time gibi İngilizce basın devlerinin haber arşivleri artık internette. Google, ABD’nin önde gelen gazeteleriyle ortaklaşa olarak eski haberleri internet üzerinden kamuya açıyor. Akademik veritabanları LexisNexis, Factiva ve HighBeam de Google’a destek verdi ve bazı bölümlerini arama motoruna açtı.
Arama motoru sunum itibariyle Google-News sayfasına benzemesine karşın, çok daha karmaşık bir teknolojiye dayanıyor. Birbirlerine içerik olarak benzeyen haberleri gruplayan arama motoru, ücretli ve ücretsiz makaleleri ayrı ayrı dizinliyor, seçimi kullanıcıya bırakıyor. Ücretli haber arşivlerinde fiyat da belirtiliyor.
Projeden sorumlu Google yöneticisi Anurag Acharya, servisin özel tasarlanan arama motorunun binlerce haber materyali arasında aranan sözcüğü bulacak güçte olduğunu ifade etti. Acharya, yapılan aramanın şirketlerle yapılan ortaklıklara nötr olduğunu, aramanın tamamen nesnel olduğunu ifade etti.
TARİH GİBİ HABER ARŞİVİ
Arama motorunun bir diğer özelliği de ilişkili haberleri de okura sunabilmesi.
Örneğin 1969 Ay’a inişle ilgili bir haber istendiğinde, yanda diğer Ay’a yapılan seyahatlarle ilgili haberler de görülebiliyor. Bu sayede kullanıcı on yıllara yayılan olaylar arasında benzerlik, karşıklık, gruplama gibi kategorizasyonların farkına varacak. Acharya, bunun okura ‘tarihsel bir bakış açısı’ sağladığını vurguladı. Acharya, haber arşivindeki en eski haberin 1700’lere dayandığını söyledi.
Konuyla ilgili bir demeç veren ABD’nin saygın gazetesi New York Times Başkan Yardımcısı ve NYTimes.com Genel Müdürü Vivian Schiller, haber arşivlerine büyük ilgi olduğunu, yeni arama motoru sayesinde daha çok kullanıcının daha etkin bir erişime kavuşacağını ifade etti.
Aralarında The New York Times, The Wall Street Journal, The Washington Post, The Guardian ve Time gibi İngilizce basın devlerinin haber arşivleri artık internette. Google, ABD’nin önde gelen gazeteleriyle ortaklaşa olarak eski haberleri internet üzerinden kamuya açıyor. Akademik veritabanları LexisNexis, Factiva ve HighBeam de Google’a destek verdi ve bazı bölümlerini arama motoruna açtı.
Arama motoru sunum itibariyle Google-News sayfasına benzemesine karşın, çok daha karmaşık bir teknolojiye dayanıyor. Birbirlerine içerik olarak benzeyen haberleri gruplayan arama motoru, ücretli ve ücretsiz makaleleri ayrı ayrı dizinliyor, seçimi kullanıcıya bırakıyor. Ücretli haber arşivlerinde fiyat da belirtiliyor.
Projeden sorumlu Google yöneticisi Anurag Acharya, servisin özel tasarlanan arama motorunun binlerce haber materyali arasında aranan sözcüğü bulacak güçte olduğunu ifade etti. Acharya, yapılan aramanın şirketlerle yapılan ortaklıklara nötr olduğunu, aramanın tamamen nesnel olduğunu ifade etti.
TARİH GİBİ HABER ARŞİVİ
Arama motorunun bir diğer özelliği de ilişkili haberleri de okura sunabilmesi.
Örneğin 1969 Ay’a inişle ilgili bir haber istendiğinde, yanda diğer Ay’a yapılan seyahatlarle ilgili haberler de görülebiliyor. Bu sayede kullanıcı on yıllara yayılan olaylar arasında benzerlik, karşıklık, gruplama gibi kategorizasyonların farkına varacak. Acharya, bunun okura ‘tarihsel bir bakış açısı’ sağladığını vurguladı. Acharya, haber arşivindeki en eski haberin 1700’lere dayandığını söyledi.
Konuyla ilgili bir demeç veren ABD’nin saygın gazetesi New York Times Başkan Yardımcısı ve NYTimes.com Genel Müdürü Vivian Schiller, haber arşivlerine büyük ilgi olduğunu, yeni arama motoru sayesinde daha çok kullanıcının daha etkin bir erişime kavuşacağını ifade etti.
Scatto
Scatto. Ultra-hızlı kuruyan çimento.
Ajans: JWT, Milan, Italya • Yaratıcı Grup: Pietro Maestri, Hugo gallardo, Rachele Proli
via
Çarşamba, Eylül 06, 2006
4. Bölüm - 1980'ler sonrası gelişen reklam sektöründe Sinan Çetin'in ve Plato Film'in yeri
Türkiye’deki reklamcılığın gelişim sürecinde, reklamların fikir yaratıcıları olan ajanslar öne çıkarken, görsel yaratıcıları olan yönetmenler geri planda kalmıştır. Yönetmenlerin geri planda kalmalarına etken olarak görsel reklamcılığın, yazılı reklamcılıktan daha sonra başlaması gösterilmiştir.
1968 yılında TRT’nin yayına başlaması ve 1972 yılında televizyonda ilk kez reklamların yer alması, yönetmenlere duyulan ihtiyacı artırmıştır. Görsel reklamcılığın ilk yıllarında reklamverenler ve reklam ajansları çalışmak için yabancı yönetmenleri tercih etmiş, yerli yönetmenlere çok fazla şans tanımamıştır.
1980’li yıllarda ekonomideki liberalleşme eğilimleri, reklamcılık sektöründe yeni bir dönemin başlamasına sebep olmuştur. Yerli ve yabancı ajans evliliklerinin ortaya çıkmasıyla birlikte sektör daha da profesyonel bir yapı kazanmıştır. Bu dönemde reklam ajansları, reklamlarda ürün tanıtımı yapmak yerine, ürüne marka ve imaj oluşturma yoluna gitmişlerdir. Etkileyici ve çarpıcı reklam yapma isteği, iyi yönetmenlerle çalışılmayı zorunlu kılmıştır. Reklam sektöründeki ilerlemeler daha fazla reklam filmi çekilmesini, artan çekim sayısı ise Türk yönetmenlere şans tanınmasını sağlamıştır. Reklamcılık sektörünün ilk yerli yönetmenleri, dönemin ünlü yönetmenlerinden Tunca Yönder, Tunç Başaran ve Neşet Kırcalı’dır. Bu isimlerin ardından Paul McMillen, Ömer Vargı ve Ali Tara geldi. Ümit Gürsoy ilk plato mantığını oluşturarak reklamcılığın Yeşilçam’dan ayrılıp sektörleşmesine zemin hazırladı.
1990’lı yılların devamında yerli yönetmenler, reklamcılık sektöründe hak ettikleri yerlere gelmeye başladılar. Reklamverenler, çalışacakları ajansı seçerken gösterdikleri titizliği, yönetmen seçiminde de uygulamaya başladılar. Dönemin önemli reklam yönetmenlerinden bazıları; Umur Turagay, Ali Tara, Ezel Akay, Alinur Velidedeoğlu, Kutlu Ataman ve Sinan Çetin’dir.
...devamı.
Luis Nieto
Luis Nieto Kolombiya'da doğdu ve orada görsel iletişimden mezun olup, belli başlı ajanslarda sanat yönetmeni olarak çalıştı. Ardından Fransa'ya göç etti ve yönetmenlik yapmaya başladı. Kısa filmi Carlitopolis'i, eğitiminin sonunda çekti ve 2006 Adobe başarı ödülü ve Clermont Ferrand Kısa Film Festivali'nde seyirci ödülü aldı.
Carlitopolis'in hemen altındaki kısa film ise 'Une Oreille Remplie de Plumes' (Tüylerle dolu kulak) adını taşıyor.
Salı, Eylül 05, 2006
Pazar, Eylül 03, 2006
Peugeot 407, Oyunun Sonu
Geçen gün başarılı özel efekt ve 3D filmleriyle tanınan prodüksiyon şirketi BUF'da dolaşırken görmüştüm ve hemen indirmiştim arşivime. Ama internete aktaramamıştım. Bugün de Duncan's'da gördüm. Ve işte haberi...
Peugeot, 407 SW'nun Hdi Fap motorunu anlatmak amacıyla 45 saniyelik 3D animasyonuyla yapılmış yeni reklam filmi Fransa, İngiltere, Rusya, İsviçre, Slovenya, Makedonya, Japonya ve Norveç'te yayında. 2004'teki 'Oyuncak Araba' kampanyasının devamı niteliğindeki filmi yine BETC Euro RSCG yaratmış. 'Peugeot, Oyunun Sonu'nu , Partizan'nın başarılı yönetmenlerinden (elma+alt+shift'te tanıtmıştım) Antoine Bardou-Jacquet çekmiş. Yönetmeni Honda için çektiği Cog (Çark) ve Choir (Koro) filmlerinden tanıyoruz.
Filmin müziği 'Waters of Nazareth', Fransız grup Justice'in elemanları Gaspard Aude ve Xavier de Rosnay yapmış. Yaratıcı grup ise Rémi Babinet ve Eric Holden'den oluşuyor.
Lamborghini
'Sant'Agata Bolognese'e hoş geldiniz. Lamborghini'nin evine.'
'Welcome to Santa Agata Bolognese. Home of Lamborghini.'
Ajans: Philip & Keuntje, Hamburg
Üçüncü Bölüm - Türkiye'de Reklam Ajansları ve Reklam Sektöründeki Meslek Örgütleri
Sezgisel reklamcılık devresinde bir kaç sanatçı, kişisel kabiliyet ve gayretleriyle reklam dünyasının aranan isimleri olmuşlardır. Bunlar arasında başta İhap Hulusi Görey olmak üzere Mesut Manioglu, Atıf Tuna, Namık Bayık, Salih Ecer, Bedri Kökten vb. sayılabilmektedir. Ancak, basın hayatındaki gelişmenin paralelinde reklamcılık da günden güne ilerlemiş, bu alana atılan kişilerin çabaları ve bilimsel çalışmaları ile günümüzün modern reklam ajansları doğmuştur.
Türkiye’de Dünden Bugüne Reklam Ajansları
Türkiye’de reklam ajanslarının başlangıcı sayılabilecek ilk oluşum 1909 yılında kurulan İlancılık Kolektif Şirketi’dir. Dönemin ekonomik koşullarına göre büyük ciroya sahip olan şirket, ilan komisyonculuğunun ötesine gidememiştir.
1940’lı yıllar Türk reklamcılığı için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ülke ekonomisinin de iyiye gitmesiyle birlikte, ileri görüşlü girişimci Eli Acıman, Mario Began ve o zamanın “Şen Şapka” günümüzün “Vakko” firmasının sahibi Vitali Hakko 500’er lira sermaye koyarak ortak olurlar ve 1944 yılında Faal Reklam Ajansı’nı kurarlar. Ancak ilerleyen dönemde Vitali Hakko Şen Şapka firmasındaki işlerinin yoğunluğu sebebiyle ve Mario Began da Amerika’ya gideceği için ortaklıktan ayrılır.
1946’da Vehbi Koç’la tanışan Eli Acıman, o sıralarda Koç-Ankara, Koç-Fermeneciler, Koç-Beyoğlu ve Koç-Lastik şubeleriyle faaliyette bulunan Koç şirketinin reklam işlerini alır. Böylece birdenbire geniş iş imkanına kavuşan acentesi, “Faal” kadrosunu genişletmek üzere teşebbüse girişmiş ve part-time çalışmak üzere yabancı dil bilen reklam yazarı olarak Afif Erdemir’i işe alır. 1949-1951 yıllarında Afif Erdemir askerlik görevini yaparken, o devrin en büyük reklam yaptırımcılardan Necip Akar da Faal Acentesinin müşterileri arasına girer. Günden güne gelişen firma, 1957’de Eli Acıman, Afif Erdemir ve Nesim Natan’ın 50’şer bin lira sermaye ile ve müsavi şartlarla iştirak ettiği bir şirket haline dönüşerek Faal Ajans adını alır. Aynı yıl Eli Acıman 3 yıl kalmak üzere Amerika’ya gider ve dönüşünü izleyen 5 yıl içinde çığ gibi büyüyen ajans zengin bir müşteri listesine sahip olur, 1965 yılında çok genişleyen iş hacminin gerektirdiği bazı zorlamalar sonunda ortaklar dostça ayrılırlar ve Eli Acıman Manajans, Afif Erdemir de Yeni Ajans adıyla iki ayrı şirket tesis eder. Ayrılış sırasında müşterilerini de taksim eden bu iki ajans, her geçen yıl biraz daha gelişip portföylerine yeni müşteriler katmak suretiyle bugün, memleketimizin en başta gelen iki dev reklamcılık kuruluşu haline gelirler.
Manajans ve Yeni Ajans’ın ardından kurulan üçüncü büyük ajans Memduh Moran’ın 1952 yılında kurduğu Reklam Moran’dır. Ajans kısa zamanda gelişerek anonim şirket haline gelmiş ve cirosunu büyük oranda artırmıştır. Reklam Moran’ın başlıca müşterileri arasında Yapı Kredi Bankası, Singer ve Unilever gibi büyük firmalar yer almıştır.
1962 yılında Ankara Makarna Fabrikası’nın satış müdürü olan Saadettin Ağırnas, radyoda bir program kiralayarak reklamcılığa atılır ve Ankara Reklam Ajansı’nı kurar. Sadettin Ağırnas, gıda sektöründeki yıllarca süren tecrübelerini kullanarak ürünlerin pazarlanması ve dağıtım yöntemlerini de iyi bilmesi sebebiyle reklamcılıkta bir ilke imza atarak ajans bünyesinde araştırma şubesini kurar. Ankara Reklam müşterilerine reklamcılığın yanı sıra pazarlama hizmetleri de verir.
Reklamcılık alanında bilimsel bir dönemin başladığını fark edip piyasa araştırmalarına önem veren bazı girişimciler yeni şirketler kurmuşlardır. Bu şirketlerin içinde en bilineni Dr. Nezihi Neyzi’nin kurduğu Peva’dır. Peva, bu anlayış çerçevesinde müşterilerine hizmet sunmuştur.
1980’li yıllarda, yabancı yatırımcıların Türkiye’deki marka yatırımları artınca (o zamanlar marka yatırımı, Türkiye’de üretmek değil, Türkiye’ye ihraç etmekti), reklam sektöründeki durum da değişti çünkü bu yatırımcılarla birlikte, yabancı reklam ajansları da Türkiye’ ye gelmeye başladılar. Önce, Türkiye’deki yerel reklam ajansları ile ortaklık kurarak, ardından onların hisselerinin çoğunu veya tamamını alarak ve en sonunda da kendi şubelerini açarak piyasada kendilerine yer edindiler.
Bu dönemin reklamcılık açısından öne çıkan gelişmeleri arasında ajansların sayısal artışı, profesyonelleşme sürecinin hızlanması, büyük ajansların “tam hizmet ajansı” haline gelmeleri ve yan sektörlerinin ve kurumlarının oluşması sayılabilir. Bu kurumlaşma hareketinin yanı sıra ve onu da besleyen bir faktör olarak, reklamcılığa asıl damgayı vuran çok uluslu reklam devlerinin Türkiye’ye gelişi olmuştur. 1980’lerin ortalarından başlayarak çokuluslu yabancı şirketlerin ülkeye girişinin teşvik edilmesinin ardından yerli ajanslar yabancılarla ortaklıklar kurmaya veya en azından işbirliği içine girmeye başlamışlardır.
1974 yılında Pars reklam ajansı yabancı reklamcılarla ilk işbirliğini başlatmış ve ortaklığa gitmiştir. Daha sonraki adım J. Walter Thompson tarafından, Manajans arasında ortaklık kurulmasıdır. Şu anda Türkiye’de fiili ortaklık kurmuş olan reklam ajansları ise; Manajans/Thompson, Pars/McCann Ericson, Moran/Ogilvy and Mather, Grafika/SSC and Lintas, Yaratım/Foote-Cone and Belding, Markom/Leo Burnett, Reklamevi/ Young and Rubicam, Fulmar/DDB Needham ve RPM Radar/CDP Europa ajanslarıdır.
Yeni duruma uyum sağlamaya çalışan bu ajanslar kendi örgütsel yapılarını da bu doğrultuda yeniden düzenlenmiş ve profesyonelleşme sürecine girmişlerdir; uluslararası teknik ve stratejileri uygulamaya başlamışlardır. Büyük ajanslar ‘tam hizmet ajansı’ haline gelmişlerdir. Zaman içerisinde medya planlamada olduğu gibi ajans içindeki bazı birimlerin ayrı bir uzmanlık alanı olarak örgütlendiği görülmektedir. Yine bu çerçevede, tüketici hareketlerinin ve yeni eğilimlerin izlenebilmesi için piyasa araştırması yapan kuruluşların sayısı da artmıştır. Reklam sektöründeki kurumlaşmanın ilk önemli adımı ise 1984’te Reklamcılar Derneği’nin kurulmasıdır.
...devamı.
Türkiye’de Dünden Bugüne Reklam Ajansları
Türkiye’de reklam ajanslarının başlangıcı sayılabilecek ilk oluşum 1909 yılında kurulan İlancılık Kolektif Şirketi’dir. Dönemin ekonomik koşullarına göre büyük ciroya sahip olan şirket, ilan komisyonculuğunun ötesine gidememiştir.
1940’lı yıllar Türk reklamcılığı için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ülke ekonomisinin de iyiye gitmesiyle birlikte, ileri görüşlü girişimci Eli Acıman, Mario Began ve o zamanın “Şen Şapka” günümüzün “Vakko” firmasının sahibi Vitali Hakko 500’er lira sermaye koyarak ortak olurlar ve 1944 yılında Faal Reklam Ajansı’nı kurarlar. Ancak ilerleyen dönemde Vitali Hakko Şen Şapka firmasındaki işlerinin yoğunluğu sebebiyle ve Mario Began da Amerika’ya gideceği için ortaklıktan ayrılır.
1946’da Vehbi Koç’la tanışan Eli Acıman, o sıralarda Koç-Ankara, Koç-Fermeneciler, Koç-Beyoğlu ve Koç-Lastik şubeleriyle faaliyette bulunan Koç şirketinin reklam işlerini alır. Böylece birdenbire geniş iş imkanına kavuşan acentesi, “Faal” kadrosunu genişletmek üzere teşebbüse girişmiş ve part-time çalışmak üzere yabancı dil bilen reklam yazarı olarak Afif Erdemir’i işe alır. 1949-1951 yıllarında Afif Erdemir askerlik görevini yaparken, o devrin en büyük reklam yaptırımcılardan Necip Akar da Faal Acentesinin müşterileri arasına girer. Günden güne gelişen firma, 1957’de Eli Acıman, Afif Erdemir ve Nesim Natan’ın 50’şer bin lira sermaye ile ve müsavi şartlarla iştirak ettiği bir şirket haline dönüşerek Faal Ajans adını alır. Aynı yıl Eli Acıman 3 yıl kalmak üzere Amerika’ya gider ve dönüşünü izleyen 5 yıl içinde çığ gibi büyüyen ajans zengin bir müşteri listesine sahip olur, 1965 yılında çok genişleyen iş hacminin gerektirdiği bazı zorlamalar sonunda ortaklar dostça ayrılırlar ve Eli Acıman Manajans, Afif Erdemir de Yeni Ajans adıyla iki ayrı şirket tesis eder. Ayrılış sırasında müşterilerini de taksim eden bu iki ajans, her geçen yıl biraz daha gelişip portföylerine yeni müşteriler katmak suretiyle bugün, memleketimizin en başta gelen iki dev reklamcılık kuruluşu haline gelirler.
Manajans ve Yeni Ajans’ın ardından kurulan üçüncü büyük ajans Memduh Moran’ın 1952 yılında kurduğu Reklam Moran’dır. Ajans kısa zamanda gelişerek anonim şirket haline gelmiş ve cirosunu büyük oranda artırmıştır. Reklam Moran’ın başlıca müşterileri arasında Yapı Kredi Bankası, Singer ve Unilever gibi büyük firmalar yer almıştır.
1962 yılında Ankara Makarna Fabrikası’nın satış müdürü olan Saadettin Ağırnas, radyoda bir program kiralayarak reklamcılığa atılır ve Ankara Reklam Ajansı’nı kurar. Sadettin Ağırnas, gıda sektöründeki yıllarca süren tecrübelerini kullanarak ürünlerin pazarlanması ve dağıtım yöntemlerini de iyi bilmesi sebebiyle reklamcılıkta bir ilke imza atarak ajans bünyesinde araştırma şubesini kurar. Ankara Reklam müşterilerine reklamcılığın yanı sıra pazarlama hizmetleri de verir.
Reklamcılık alanında bilimsel bir dönemin başladığını fark edip piyasa araştırmalarına önem veren bazı girişimciler yeni şirketler kurmuşlardır. Bu şirketlerin içinde en bilineni Dr. Nezihi Neyzi’nin kurduğu Peva’dır. Peva, bu anlayış çerçevesinde müşterilerine hizmet sunmuştur.
1980’li yıllarda, yabancı yatırımcıların Türkiye’deki marka yatırımları artınca (o zamanlar marka yatırımı, Türkiye’de üretmek değil, Türkiye’ye ihraç etmekti), reklam sektöründeki durum da değişti çünkü bu yatırımcılarla birlikte, yabancı reklam ajansları da Türkiye’ ye gelmeye başladılar. Önce, Türkiye’deki yerel reklam ajansları ile ortaklık kurarak, ardından onların hisselerinin çoğunu veya tamamını alarak ve en sonunda da kendi şubelerini açarak piyasada kendilerine yer edindiler.
Bu dönemin reklamcılık açısından öne çıkan gelişmeleri arasında ajansların sayısal artışı, profesyonelleşme sürecinin hızlanması, büyük ajansların “tam hizmet ajansı” haline gelmeleri ve yan sektörlerinin ve kurumlarının oluşması sayılabilir. Bu kurumlaşma hareketinin yanı sıra ve onu da besleyen bir faktör olarak, reklamcılığa asıl damgayı vuran çok uluslu reklam devlerinin Türkiye’ye gelişi olmuştur. 1980’lerin ortalarından başlayarak çokuluslu yabancı şirketlerin ülkeye girişinin teşvik edilmesinin ardından yerli ajanslar yabancılarla ortaklıklar kurmaya veya en azından işbirliği içine girmeye başlamışlardır.
1974 yılında Pars reklam ajansı yabancı reklamcılarla ilk işbirliğini başlatmış ve ortaklığa gitmiştir. Daha sonraki adım J. Walter Thompson tarafından, Manajans arasında ortaklık kurulmasıdır. Şu anda Türkiye’de fiili ortaklık kurmuş olan reklam ajansları ise; Manajans/Thompson, Pars/McCann Ericson, Moran/Ogilvy and Mather, Grafika/SSC and Lintas, Yaratım/Foote-Cone and Belding, Markom/Leo Burnett, Reklamevi/ Young and Rubicam, Fulmar/DDB Needham ve RPM Radar/CDP Europa ajanslarıdır.
Yeni duruma uyum sağlamaya çalışan bu ajanslar kendi örgütsel yapılarını da bu doğrultuda yeniden düzenlenmiş ve profesyonelleşme sürecine girmişlerdir; uluslararası teknik ve stratejileri uygulamaya başlamışlardır. Büyük ajanslar ‘tam hizmet ajansı’ haline gelmişlerdir. Zaman içerisinde medya planlamada olduğu gibi ajans içindeki bazı birimlerin ayrı bir uzmanlık alanı olarak örgütlendiği görülmektedir. Yine bu çerçevede, tüketici hareketlerinin ve yeni eğilimlerin izlenebilmesi için piyasa araştırması yapan kuruluşların sayısı da artmıştır. Reklam sektöründeki kurumlaşmanın ilk önemli adımı ise 1984’te Reklamcılar Derneği’nin kurulmasıdır.
...devamı.
1990’lı Yıllardan Günümüze Türkiye’de Reklamcılık
1 Mart 1990 tarihinde, Rumeli Holding'in sahibi olan Uzan ailesi ve dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal ile ortak olarak, Almanya'da Lichtenstein’da kurduğu Magic Box Incorporated adlı şirket, yasal boşluklardan yararlanarak Almanya üzerinden Türkiye’ye yönelik televizyon yayınına başlamıştır. 1 Mart 1990 tarihinde deneme yayınlarına başlanan Magic Box kanalından, 7 Mayıs 1990 tarihinden itibaren günde beş saat süreyle yayın yapılmaya başlanmıştır.
Uzan-Özal ortaklığı ile başlayan özel radyo televizyon yayıncılığı döneminde ikinci girişim bankacı Erol Aksoy tarafından gerçekleştirilmiş ve 1 Mart 1992 tarihinde Show TV adlı televizyon kanalının yayınına başlanmıştır. Aynı yıl Show TV’yi, Has Holding’in sahibi Bilge Has en büyük ortağı olduğu HBB (Has Bilgi Birikim) televizyonu ve Ahmet Özal’ın anlaşmazlık sonucu Star 1’den ayrılarak kurduğu Kanal 6 televizyonu izlemiştir. Bu gelişmeleri 1993 yılında Erol Aksoy’a ait şifreli kanal Cine 5, Enver Ören’e ait TGRT, Doğan ve Doğuş Holding’in birlikte kurdukları Kanal D, Dinç Bilgin’in büyük ortak olduğu ATV ve Zaman gazetesi tarafından kurulan Samanyolu (STV) televizyonlarının yayına başlamaları izlemiştir. Bu kanalların yayın hayatlarına başlamaları, Türkiye’de devlet tekelinde olan tek kanallı dönemin son bulmasına neden olmuştur ve 1990’lı yıllarla beraber Türkiye’de özel sektörün hakim olduğu çok kanallı yayın dönemi başlamıştır.
1980’lerin sonlarından itibaren giderek stratejik önemi artan reklam sektörü, promosyon savaşlarını başlatmış, 1990 yılının Aralık ayında gazete satışları, tarihinde ilk kez 5 milyona ulaşmıştır. Özel televizyonların kurulmaya başlamasıyla birlikte basın alanından televizyon alanına sıçrayarak büyüyen kuruluşlar, kendi üretim ve dağıtım ağlarını çoğu kez ortak bir yürüyüşün adımları olarak tesis etmişlerdir. Sonuç olarak ortaya, gerek iletişim, gerekse diğer sektörlerde örgütlenen birkaç adet “tekelsi” medya grubu çıkmış, hantal bürokratik vb. olarak nitelenen devlet tekelinin yerini, “özel tekeller” almıştır.
Ticari televizyonların peş peşe ortaya çıkması yeni birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bunların gelişen teknolojiyi ve hiçbir denetimi olmayan reklamcılığı sınırsızca kullanması, ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısını zorlayarak büyük bir radyo ve televizyon kaosunun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
1990'lı yıllar Türk Reklamcılığı için yeni bir dönemi açmıştır. Çokuluslu şirketlerle bütünleşmeler başlamış ve neredeyse tüm büyük küresel reklam ve iletişim grupları Türkiye pazarında var olabilmek için, ortaklıklar kurmuşlardır. 1990’lı yılların ortalarına doğru gelindiğinde ise reklamcılık kavramı yazılı basın, radyo ve televizyonlarla sınırlandırılamayacak bir duruma gelmiştir.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte pazarlama yöntemleri de değişmiştir. Reklamverenler, ürünlerin reklamını yaparken artık hedef kitleleri değil, hedef bireyleri seçer hale gelmişlerdir. Bu gelişme önce internet reklamcılığının ardından da mobil reklamcılığın doğmasına sebep olmuştur.
İnternet dünyada olduğu gibi Türkiye’de de olgunluk çağını yaşamaktadır. Artık her iş internetten yapılmaktadır. İş dünyasını ayakta tutan reklamlar da internet dünyasında git gide büyümektedir. 2004 yılında 7-10 milyon dolar arasında bir hacme ulaştığı iddia edilen Türkiye internet reklamcılığı pazarının, 2006 yılında yüzde 25-50 arasında büyüme göstereceği öngörülmektedir. Bu konuyla ilgili olarak, Mynet Genel Müdürü Emre Kurttepeli Internet’in hızlı gelişiminin reklam ve iletişim araçlarına önümüzdeki yıllarda çeşitlilik kazandıracağını, daha hareketli reklam prodüksiyonlarının Internet’te de kullanılmaya başlanacağını belirtmiştir.
Mobil reklamcılık, 1990'ların internet ve mobil devrimlerini kullanan reklam türü olarak bilinmektedir. Mobil aletlerin yayılması arttıkça, mobil reklamların da önemi artacaktır. Mobil dünyasının gelişmesi, reklam sektörüne de yeni bir mecra getirmiştir. Bu mecra henüz çok gelişmiş değildir. Hatta, henüz izinli pazarlama kavramı bile tartışılmamaktadır. Ancak şimdiden öngörülen bir takım konular vardır. Örneğin, reklam filmlerinin ilk gösterimi karşılığı para kazanılacaktır (ya da cep telefonu masrafından tasarruf yapıyor olunacaktır.) Yani cep telefonu operatörleri ya da SMS mesaj pazarlayan firmalar bir müddet sonra, gönderdikleri reklamın içinden, kullanıcılara belli bir para ödeyecektir. Belki cep operatörünüz normal servisin yanı sıra, reklam kabul eden tüketicinin cep telefon tarifesini farklı bir düzeyden uygulayacaktır.
Uzan-Özal ortaklığı ile başlayan özel radyo televizyon yayıncılığı döneminde ikinci girişim bankacı Erol Aksoy tarafından gerçekleştirilmiş ve 1 Mart 1992 tarihinde Show TV adlı televizyon kanalının yayınına başlanmıştır. Aynı yıl Show TV’yi, Has Holding’in sahibi Bilge Has en büyük ortağı olduğu HBB (Has Bilgi Birikim) televizyonu ve Ahmet Özal’ın anlaşmazlık sonucu Star 1’den ayrılarak kurduğu Kanal 6 televizyonu izlemiştir. Bu gelişmeleri 1993 yılında Erol Aksoy’a ait şifreli kanal Cine 5, Enver Ören’e ait TGRT, Doğan ve Doğuş Holding’in birlikte kurdukları Kanal D, Dinç Bilgin’in büyük ortak olduğu ATV ve Zaman gazetesi tarafından kurulan Samanyolu (STV) televizyonlarının yayına başlamaları izlemiştir. Bu kanalların yayın hayatlarına başlamaları, Türkiye’de devlet tekelinde olan tek kanallı dönemin son bulmasına neden olmuştur ve 1990’lı yıllarla beraber Türkiye’de özel sektörün hakim olduğu çok kanallı yayın dönemi başlamıştır.
1980’lerin sonlarından itibaren giderek stratejik önemi artan reklam sektörü, promosyon savaşlarını başlatmış, 1990 yılının Aralık ayında gazete satışları, tarihinde ilk kez 5 milyona ulaşmıştır. Özel televizyonların kurulmaya başlamasıyla birlikte basın alanından televizyon alanına sıçrayarak büyüyen kuruluşlar, kendi üretim ve dağıtım ağlarını çoğu kez ortak bir yürüyüşün adımları olarak tesis etmişlerdir. Sonuç olarak ortaya, gerek iletişim, gerekse diğer sektörlerde örgütlenen birkaç adet “tekelsi” medya grubu çıkmış, hantal bürokratik vb. olarak nitelenen devlet tekelinin yerini, “özel tekeller” almıştır.
Ticari televizyonların peş peşe ortaya çıkması yeni birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bunların gelişen teknolojiyi ve hiçbir denetimi olmayan reklamcılığı sınırsızca kullanması, ülkenin ekonomik ve toplumsal yapısını zorlayarak büyük bir radyo ve televizyon kaosunun ortaya çıkmasına neden olmuştur.
1990'lı yıllar Türk Reklamcılığı için yeni bir dönemi açmıştır. Çokuluslu şirketlerle bütünleşmeler başlamış ve neredeyse tüm büyük küresel reklam ve iletişim grupları Türkiye pazarında var olabilmek için, ortaklıklar kurmuşlardır. 1990’lı yılların ortalarına doğru gelindiğinde ise reklamcılık kavramı yazılı basın, radyo ve televizyonlarla sınırlandırılamayacak bir duruma gelmiştir.
Teknolojinin gelişmesiyle birlikte pazarlama yöntemleri de değişmiştir. Reklamverenler, ürünlerin reklamını yaparken artık hedef kitleleri değil, hedef bireyleri seçer hale gelmişlerdir. Bu gelişme önce internet reklamcılığının ardından da mobil reklamcılığın doğmasına sebep olmuştur.
İnternet dünyada olduğu gibi Türkiye’de de olgunluk çağını yaşamaktadır. Artık her iş internetten yapılmaktadır. İş dünyasını ayakta tutan reklamlar da internet dünyasında git gide büyümektedir. 2004 yılında 7-10 milyon dolar arasında bir hacme ulaştığı iddia edilen Türkiye internet reklamcılığı pazarının, 2006 yılında yüzde 25-50 arasında büyüme göstereceği öngörülmektedir. Bu konuyla ilgili olarak, Mynet Genel Müdürü Emre Kurttepeli Internet’in hızlı gelişiminin reklam ve iletişim araçlarına önümüzdeki yıllarda çeşitlilik kazandıracağını, daha hareketli reklam prodüksiyonlarının Internet’te de kullanılmaya başlanacağını belirtmiştir.
Mobil reklamcılık, 1990'ların internet ve mobil devrimlerini kullanan reklam türü olarak bilinmektedir. Mobil aletlerin yayılması arttıkça, mobil reklamların da önemi artacaktır. Mobil dünyasının gelişmesi, reklam sektörüne de yeni bir mecra getirmiştir. Bu mecra henüz çok gelişmiş değildir. Hatta, henüz izinli pazarlama kavramı bile tartışılmamaktadır. Ancak şimdiden öngörülen bir takım konular vardır. Örneğin, reklam filmlerinin ilk gösterimi karşılığı para kazanılacaktır (ya da cep telefonu masrafından tasarruf yapıyor olunacaktır.) Yani cep telefonu operatörleri ya da SMS mesaj pazarlayan firmalar bir müddet sonra, gönderdikleri reklamın içinden, kullanıcılara belli bir para ödeyecektir. Belki cep operatörünüz normal servisin yanı sıra, reklam kabul eden tüketicinin cep telefon tarifesini farklı bir düzeyden uygulayacaktır.
1972-1990 Yılları Arasında Türkiye’de Reklamcılık
Reklamcılık sektörü, 1970’li yıllarda radyo ve ardından televizyon reklamlarının öne çıkmasıyla birlikte yeni bir çehre edinmeye başladı. 1968 yılında yayın hayatına başlayan TRT’nin 3 Mart 1972 tarihinden itibaren reklam yayınlamaya başlaması reklamcılık sektöründe yeni bir çağ olarak kabul edilmektedir.
TRT televizyonunun ticari reklam yayınlamaya başlaması ile birlikte Türk reklamcılığı daha da hızlı bir gelişim sürecine girmiştir. Televizyonun ülke çapında yaygınlaşması reklamcılık sektörünün önünü açmış ve bunun sonucu olarak 1971 yılında reklamcılar aralarında ilk örgütlenmeyi gerçekleştirerek, Türkiye Reklam Ajansları Birliği’ ni kurmuştur.
1970’li yılların bir başka özelliği de ilk siyasal reklamcılık uygulamalarının bu yıllarda görülmesidir. Gerçi geçmiş dönemlerde, çok partili siyasi yaşama geçilmesiyle birlikte radyolarda siyasal partilerin propaganda konuşmaları yayınlanmıştır ancak bunları reklam olarak tanımlamak güçtür. Bir ajans aracılığıyla siyasal kampanya yürütülmesinin Türkiye’deki ilk örneği, Adalet Partisi için 1977’de Cenajans tarafından hazırlanan kampanyadır.
Kapitalizmin yerleşmesi ve gelişmesine paralel olarak reklama yapılan yatırımların hızla arttığı 1970’lerde, reklamcılığa yeni ve etkileyici bir uygulama alanı açılmıştır. 1968’de Ankara’dan deneme niteliğinde başlayan televizyon yayınları ülke çapında yaygınlaştıkça, reklam sektörü de büyümüştür. Televizyon gibi sosyal ve kültürel bir yeniliğin yanında, ekonominin yabancı sermaye ile bütünleşmesinin bu yıllarda artması, reklamın reklamverenler tarafından zorunlu ya da satış artırıcı bir faaliyet olarak kabul görmeye başlaması, alım gücünün düşmesine karşın piyasaya arz edilen mal ve hizmetlerde artışın sürmesi reklamcılığın gelişmesini teşvik etmiştir. 1983’te renkli yayınların başlamasıyla birlikte reklamcılığın Türkiye’deki gelişimine olumlu yönde katkı sağlanmış ve televizyon reklamcılar için daha önemli bir mecra haline gelmiştir.
1980’li yıllarda ekonomideki liberalleşme eğilimleri reklamcılığa da yansımış ve bunun sonucu olarak Türkiye pazarına uluslararası hizmet ve ürünler girmeye başlamıştır.
Özellikle Özal dönemi ile birlikte serbest piyasa ekonomisinin işlerlik kazanması, Türkiye’de reklamcılığın batı ülkelerinden aşağı kalmayacak şekilde gelişmesine yol açmıştır. 1980’li yıllardan sonra 24 Ocak kararlarıyla uygulanmaya başlanan serbest piyasa ekonomisi iç pazardaki yarışmayı hızlandırırken 55 milyonluk pazarın kapılarının çok uluslu yabancı şirketlere açılmasına da yol açmıştır. Çok uluslu şirketlerin 55 milyonluk pazara girmeleri onların reklamlarının da Türkiye’ye giriş yapmalarını sağlamıştır. Çok uluslu nitelikteki ajanslar geldiler, Türk reklam ajanslarıyla masaya oturdular, Ajansın yüzde 51 hissesini satın almak önşartıyla ortak oldular. Böylece Türk reklam sektörü yeni bir döneme girmiş oldu.
Türkiye'de 1986 yılından itibaren uydu yayınlarının izlenmesini sağlayan çanak antenler hızla yaygınlaşmış ve 1989'da çıkarılan 3917 sayılı yasayla TRT vericileri PTT'ye devredilmiştir ancak Anayasa Mahkemesi'ne yapılan itirazlar sonucu bu kanun Mayıs 1990'da iptal edilmiştir.
Televizyonun toplum hayatına girmesiyle özel sektör reklam bütçesinin bir kısmını televizyona kaydırmıştır. Reklamcılık 1980’den önce kamuoyunda bir güvensizliği çağrıştırmaktadır. 1980’den sonra ise bu düşünceler değişmiştir. Artık reklamı yapılan değil, yapılmayan ürüne güvenilmemektedir. Reklamı yapılmayan ürün pazarda alıcı bulamamaktadır. Reklamla ilgili bu düşüncelerin değişmesinde 1980’li yıllarda uygulanmaya başlanan ekonomi politikasının etkisi vardır. 1980’li yıllardan sonra tüketim teşvik edilmeye başlanmıştır. Tüketim toplumu oluşturmak tek başına reklamın yapabileceği bir şey değildir. Toplumun tüketim toplumuna dönüştürülmesi siyasi otorite tarafından kararlaştırılır ve reklam da bu konuda bir takım işlevler üstlenir. Özellikle 1980’den itibaren Türk toplumu da bu fikirle şekillendirilmiştir.
...devamı.
TRT televizyonunun ticari reklam yayınlamaya başlaması ile birlikte Türk reklamcılığı daha da hızlı bir gelişim sürecine girmiştir. Televizyonun ülke çapında yaygınlaşması reklamcılık sektörünün önünü açmış ve bunun sonucu olarak 1971 yılında reklamcılar aralarında ilk örgütlenmeyi gerçekleştirerek, Türkiye Reklam Ajansları Birliği’ ni kurmuştur.
1970’li yılların bir başka özelliği de ilk siyasal reklamcılık uygulamalarının bu yıllarda görülmesidir. Gerçi geçmiş dönemlerde, çok partili siyasi yaşama geçilmesiyle birlikte radyolarda siyasal partilerin propaganda konuşmaları yayınlanmıştır ancak bunları reklam olarak tanımlamak güçtür. Bir ajans aracılığıyla siyasal kampanya yürütülmesinin Türkiye’deki ilk örneği, Adalet Partisi için 1977’de Cenajans tarafından hazırlanan kampanyadır.
Kapitalizmin yerleşmesi ve gelişmesine paralel olarak reklama yapılan yatırımların hızla arttığı 1970’lerde, reklamcılığa yeni ve etkileyici bir uygulama alanı açılmıştır. 1968’de Ankara’dan deneme niteliğinde başlayan televizyon yayınları ülke çapında yaygınlaştıkça, reklam sektörü de büyümüştür. Televizyon gibi sosyal ve kültürel bir yeniliğin yanında, ekonominin yabancı sermaye ile bütünleşmesinin bu yıllarda artması, reklamın reklamverenler tarafından zorunlu ya da satış artırıcı bir faaliyet olarak kabul görmeye başlaması, alım gücünün düşmesine karşın piyasaya arz edilen mal ve hizmetlerde artışın sürmesi reklamcılığın gelişmesini teşvik etmiştir. 1983’te renkli yayınların başlamasıyla birlikte reklamcılığın Türkiye’deki gelişimine olumlu yönde katkı sağlanmış ve televizyon reklamcılar için daha önemli bir mecra haline gelmiştir.
1980’li yıllarda ekonomideki liberalleşme eğilimleri reklamcılığa da yansımış ve bunun sonucu olarak Türkiye pazarına uluslararası hizmet ve ürünler girmeye başlamıştır.
Özellikle Özal dönemi ile birlikte serbest piyasa ekonomisinin işlerlik kazanması, Türkiye’de reklamcılığın batı ülkelerinden aşağı kalmayacak şekilde gelişmesine yol açmıştır. 1980’li yıllardan sonra 24 Ocak kararlarıyla uygulanmaya başlanan serbest piyasa ekonomisi iç pazardaki yarışmayı hızlandırırken 55 milyonluk pazarın kapılarının çok uluslu yabancı şirketlere açılmasına da yol açmıştır. Çok uluslu şirketlerin 55 milyonluk pazara girmeleri onların reklamlarının da Türkiye’ye giriş yapmalarını sağlamıştır. Çok uluslu nitelikteki ajanslar geldiler, Türk reklam ajanslarıyla masaya oturdular, Ajansın yüzde 51 hissesini satın almak önşartıyla ortak oldular. Böylece Türk reklam sektörü yeni bir döneme girmiş oldu.
Türkiye'de 1986 yılından itibaren uydu yayınlarının izlenmesini sağlayan çanak antenler hızla yaygınlaşmış ve 1989'da çıkarılan 3917 sayılı yasayla TRT vericileri PTT'ye devredilmiştir ancak Anayasa Mahkemesi'ne yapılan itirazlar sonucu bu kanun Mayıs 1990'da iptal edilmiştir.
Televizyonun toplum hayatına girmesiyle özel sektör reklam bütçesinin bir kısmını televizyona kaydırmıştır. Reklamcılık 1980’den önce kamuoyunda bir güvensizliği çağrıştırmaktadır. 1980’den sonra ise bu düşünceler değişmiştir. Artık reklamı yapılan değil, yapılmayan ürüne güvenilmemektedir. Reklamı yapılmayan ürün pazarda alıcı bulamamaktadır. Reklamla ilgili bu düşüncelerin değişmesinde 1980’li yıllarda uygulanmaya başlanan ekonomi politikasının etkisi vardır. 1980’li yıllardan sonra tüketim teşvik edilmeye başlanmıştır. Tüketim toplumu oluşturmak tek başına reklamın yapabileceği bir şey değildir. Toplumun tüketim toplumuna dönüştürülmesi siyasi otorite tarafından kararlaştırılır ve reklam da bu konuda bir takım işlevler üstlenir. Özellikle 1980’den itibaren Türk toplumu da bu fikirle şekillendirilmiştir.
...devamı.