Evim Güzel Evim
1980’ler ve 1990’larda ortaya çıkan, günümüzde eni konu taraftarı olan, dış dünyanın şiddeti ve acımasızlığına karşı evi koza olarak kabullenip, zamanının çoğunu evde geçirme akımından bahsediyoruz. Hangi ülkede yaşarsanız yaşayın durum aynı, sokaklar güvenli değil.
Hal böyle olunca insanlar daha da erken saatlerde elini ayağını sokaktan çekiyor, eve saklanıyor, sığınıyor, evin güvenli kollarına kendini bırakıyor.
İyi de evde yapacaklar sınırlı, bir yerden sonra ev sıkıcı gelmeye başlamaz mı? Hah işte orada pazarlama dehaları ortaya çıkıyor. Evler artık öyle değişiyor ki tutabilene aşk olsun. Her ev bir eğlence merkezi, neredeyse bir eğlence parkı haline geliyor. Neler mi? Buyrun; “Ev eğlence üniteleri”, yani sinema sistemlerini duymayan kalmadı ama işin bir de aksesuarları var; patlamış mısır makinesi, özel soğutmalı buzdolapları, ev için sinema koltukları, özel kahve makineleri, aklınıza ne gelirse pazarlanıyor. Bununla kalsa iyi, artık 2 katlı evlerin içine özel asansörler kuruluyor (ne kadar tembelleşirsek o kadar iyi değil mi?…) Hatta ve hatta ev içine kimsenin giremeyeceği tek kişilik “ses geçirmez kişisel oda”lar kuruluyor; oh kapatın kapınızı izole edin kendinizi, kimse size dokunamasın. Durun daha bitmedi, eve gelen ve ailenize veya size özel oyun sergileyen tiyatro grupları var, çok mu sıkıldınız çağırın bir grup, hop oynasın size Shakespeare’in Kral Lear’ını oturma odanızda. Beyler, maç mı seyredeceksiniz, çağırın dostlarınızı, kurun “Bira Bar makinenizi” ortaya, kalkmaya bile lüzum yok. Çekin kolu doldurun bardakları...
Evler artık, gelince şöyle uzatıp ayaklarınızı koltuğa yayıldığınız yer değil, hem bar, hem sinema, hem tiyatro salonu, hem pub, her şey ama her şey, tek eksik insanlar.
Bakalım "insan insana lazımdır" ata sözünü boşa çıkaran bu durum daha ne kadar sürecek.
Ben böyle yaşamak istemem, siz?
Kaynak: Trendwatching
Hal böyle olunca insanlar daha da erken saatlerde elini ayağını sokaktan çekiyor, eve saklanıyor, sığınıyor, evin güvenli kollarına kendini bırakıyor.
İyi de evde yapacaklar sınırlı, bir yerden sonra ev sıkıcı gelmeye başlamaz mı? Hah işte orada pazarlama dehaları ortaya çıkıyor. Evler artık öyle değişiyor ki tutabilene aşk olsun. Her ev bir eğlence merkezi, neredeyse bir eğlence parkı haline geliyor. Neler mi? Buyrun; “Ev eğlence üniteleri”, yani sinema sistemlerini duymayan kalmadı ama işin bir de aksesuarları var; patlamış mısır makinesi, özel soğutmalı buzdolapları, ev için sinema koltukları, özel kahve makineleri, aklınıza ne gelirse pazarlanıyor. Bununla kalsa iyi, artık 2 katlı evlerin içine özel asansörler kuruluyor (ne kadar tembelleşirsek o kadar iyi değil mi?…) Hatta ve hatta ev içine kimsenin giremeyeceği tek kişilik “ses geçirmez kişisel oda”lar kuruluyor; oh kapatın kapınızı izole edin kendinizi, kimse size dokunamasın. Durun daha bitmedi, eve gelen ve ailenize veya size özel oyun sergileyen tiyatro grupları var, çok mu sıkıldınız çağırın bir grup, hop oynasın size Shakespeare’in Kral Lear’ını oturma odanızda. Beyler, maç mı seyredeceksiniz, çağırın dostlarınızı, kurun “Bira Bar makinenizi” ortaya, kalkmaya bile lüzum yok. Çekin kolu doldurun bardakları...
Evler artık, gelince şöyle uzatıp ayaklarınızı koltuğa yayıldığınız yer değil, hem bar, hem sinema, hem tiyatro salonu, hem pub, her şey ama her şey, tek eksik insanlar.
Bakalım "insan insana lazımdır" ata sözünü boşa çıkaran bu durum daha ne kadar sürecek.
Ben böyle yaşamak istemem, siz?
Kaynak: Trendwatching
2 Comments:
şüphesiz güvenlik duygusunun zedelenişi insanı gittikçe daha da içe kapanık yapıyor.Burada devreye giren pazarlama dehası, bana göre doğası gereği "sosyal bir varlık" olan insana zarar veriyor.Bu eğilim biraz daha ileri giderse insanlar dışarı çıktıklarında sohbet edemez hale gelecekler sanki.
Ancak ben sokaklardan kolay kolay vazgeçilenmyeceğini ve bu akımın da kendini tamamlayacağını düşünüyorum.Çünkü doğamıza aykırı bir eğilim bu..
Ne yaparsanız yapın, içinde bir kadınla bir erkeğin veya bir kadınla bir kadının ya da bir erkekle bir erkeğin yaşadığı evi güzelleştiremezsiniz. (Çocuk mevzuuna girmiyorum bile). Çünkü insanın olduğu yerde güzellik olmaz. Hayranlık duyulan sanat eserleri aslında güzelliklerin değil, yaşanan çirkinliklerden kaçma kaygısının bir sonucudur. İnsan kendisini sev(e)memesi gereken bir varlıktır ve bunun bilinçaltındadır. Ve onlara de ki: Madem ki sevgisizlik genlerindedir, gösterdiğini sandığın sevgi(ler) aslında bastırmaya çalıştığın sevgisizliğini bastıramamanın açıklanması mümkün tezahürleridir. Sokaklara gelince... Özellikle şu günlerde karlı, buzlu, kazmalı ve baltalı... Kara suratlı, kara bıyıklı, koca popolu, cüce boylu, buruşuk, kırışık, mutsuz, hesapçı, çıkarcı, düzenbaz, teşhirci, tatminsiz ve iddialı!
Yorum Gönder
<< Home