“Son derece politik nedenlerle bu projeleri yapmak istiyorum”
(Bu röportaj mediathink dergisinin 15 Şubat tarihli 6. sayısından kısaltılarak alınmıştır. Röportajın diğer bölümlerini dergiden okuyabilirsiniz.)
'ifr bünyesinde, 18 yılda çekilen 1000’in üzerindeki reklam filminin 500’den fazlasında onun imzası var… Ama o sadece reklamcı değil, oyuncu, senarist, yapımcı, yönetmen… Ezel Akay’la reklam ve sinemaya bakışı, duruşu ve kaygıları üzerine konuştuk.
Gerek reklam fotoğrafçılığı gerekse prodüksiyon aşamasında yurtdışından destek alındığını görüyoruz. Bu doğrultuda prodüksiyon anlamında reklamcılığımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün dünyada reklamcılık nasıl yapılıyorsa Türkiye’de de aynı yapılıyor. Reklam uluslararası bir meslek ve aynı zamanda uluslararası standartları oluşmuş durumda. Pazarlama iletişimi teknikleri sadece bir kültürde oluşmamış… Uluslararası firmalar, yine uluslararası ekiplerle çalışarak birbirlerine kültür transferi yapmışlar. Bugün Amerika’da “Çin” dediğiniz zaman insanlar o kadar tecrübeli ki… Reklamcılık kültürel birleşmelerin alanı. Dolayısıyla yapımcılar için de ekip söz konusu olduğunda bütün dünya pazar ve hizmet sağlayıcıları havuzu var. Tamamen bütçe ve zamanlama meselesi… Sonuçta Türkiye’deki reklam filmlerinin yüzde 70’ini Türk ekipler yapıyorlar. Bu kadar enternasyonal bir sektör için yüzde 20 ya da 30 gibi oranlar da çok normal; hatta az bile. İngiltere’de çalışan yönetmenlerin etnik kökeni buradakilere göre çok daha çeşitli.
Bildiğimiz kadarıyla eskisi kadar reklam filmi çekmiyorsunuz…
Bu sadece benim kararım değil, sektörel bir değişken… Geçmişte sektörde yapım şirketlerinin çoğu yönetmen şirketiydi. Toplasanız reklam filmlerini 10 tane yönetmen çekiyordu. Dolayısıyla yönetmen başına düşen reklam filmi miktarı çok fazlaydı. Yaklaşık yedi sekiz yıldır her yapım şirketinin içinde birkaç tane yönetmen oldu. Ayrıca tecrübeli yönetmenler kendi kariyerlerini korumak üzere de çalışıyorlar. Bütçeleri artıyor, dolayısıyla da kabul ettikleri iş miktarı azalıyor. Bense reklam filmi çekmekten vazgeçmeyi düşünmüyorum çünkü eğleniyorum.
Reklam filmleri söz konusu olduğunda kampanyaya ne kadar dahil olursunuz?
Ajansına çok bağlı… Benim tercihim müşteri brief’inden başlamak… Hatta medya planlamasına kadar fikrimin alınmasını istiyorum. “Böyle bir film, şu frekansta girerse, şöyle bir etkisi olur” diyebilecek bir ekibimiz var. Daha fikir doğup da senaryosu oluşmadan önce kreatif ekiple çalışmayı arzu ediyorum. Çünkü o zaman proje yazılmış bir şeyden, daha görsel bir şeye doğru kayıyor.
Neredesin Firuze’de karşımızda kostümleriyle, renklerin kullanımıyla ve de müzikleriyle canlı, kıpır kıpır, görsel gücü çok yüksek bir film vardı. Bu bir reklamcı bakış açısı mıydı yoksa Ezel Akay’ın kendi miydi?
Bu Ezel Akay bakış açısı… Beni eğlendiren şeyleri yapabiliyorum. En doğrusu da bu. Biraz da içten davranmakla ortaya çıkıyor iyi sinema filmleri. Reklamcı bakış açısı değil, tam tersine benim paylaştığım dünyam. Müzikle böyle ilgilenen, öyle esprilere gülen, öyle oyunculuklarla eğlenen bir insanım. Sonuçta benim zevklerimi yansıtıyor.
Popüler kültür reklamcılığın en önemli besinlerinden biri… Çıkış noktanızın reklam olduğu düşünüldüğünde sinema mı popüler –popülere negatif ya da pozitif herhangi bir anlam yüklemeden- kültür ürünü haline geldi sizde?
Hata yapmayalım, sinema gerçek bir halk sanatıdır, popüler sanattır. Yeryüzünde başka hiçbir sanat dalı yok ki bu kadar çok insan tarafından izlensin. Zaten popüler olmadan da bu sanat yapılamıyor çünkü çok masraflı. Dolayısıyla da çok büyük kitleler tarafından bu pahanın karşılanması gerekiyor. Bu da onu halk sanatı haline dönüştürüyor. Sinemada kolay kolay edebiyattaki kadar sofistike şeyler yapmaya imkan yok. Dili değişik olmalı… İçeriksel olarak çok derin olabilir ama hitap tarzı o kitleyi oraya davet edebilecek bir tarzda sunulmalı. Sinema öyle bir şey ki içine doğduğu kültürün etkisiyle de popülerleşiyor. Son derece derin bir şeyi de halk seyrediyor. Sinemanın yine edebiyattan ve resimden farkı sahici duruyor olması. Hayatın içinde gibi izliyorsunuz, size bir tecrübe yaşatıyor.
'ifr bünyesinde, 18 yılda çekilen 1000’in üzerindeki reklam filminin 500’den fazlasında onun imzası var… Ama o sadece reklamcı değil, oyuncu, senarist, yapımcı, yönetmen… Ezel Akay’la reklam ve sinemaya bakışı, duruşu ve kaygıları üzerine konuştuk.
Gerek reklam fotoğrafçılığı gerekse prodüksiyon aşamasında yurtdışından destek alındığını görüyoruz. Bu doğrultuda prodüksiyon anlamında reklamcılığımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bütün dünyada reklamcılık nasıl yapılıyorsa Türkiye’de de aynı yapılıyor. Reklam uluslararası bir meslek ve aynı zamanda uluslararası standartları oluşmuş durumda. Pazarlama iletişimi teknikleri sadece bir kültürde oluşmamış… Uluslararası firmalar, yine uluslararası ekiplerle çalışarak birbirlerine kültür transferi yapmışlar. Bugün Amerika’da “Çin” dediğiniz zaman insanlar o kadar tecrübeli ki… Reklamcılık kültürel birleşmelerin alanı. Dolayısıyla yapımcılar için de ekip söz konusu olduğunda bütün dünya pazar ve hizmet sağlayıcıları havuzu var. Tamamen bütçe ve zamanlama meselesi… Sonuçta Türkiye’deki reklam filmlerinin yüzde 70’ini Türk ekipler yapıyorlar. Bu kadar enternasyonal bir sektör için yüzde 20 ya da 30 gibi oranlar da çok normal; hatta az bile. İngiltere’de çalışan yönetmenlerin etnik kökeni buradakilere göre çok daha çeşitli.
Bildiğimiz kadarıyla eskisi kadar reklam filmi çekmiyorsunuz…
Bu sadece benim kararım değil, sektörel bir değişken… Geçmişte sektörde yapım şirketlerinin çoğu yönetmen şirketiydi. Toplasanız reklam filmlerini 10 tane yönetmen çekiyordu. Dolayısıyla yönetmen başına düşen reklam filmi miktarı çok fazlaydı. Yaklaşık yedi sekiz yıldır her yapım şirketinin içinde birkaç tane yönetmen oldu. Ayrıca tecrübeli yönetmenler kendi kariyerlerini korumak üzere de çalışıyorlar. Bütçeleri artıyor, dolayısıyla da kabul ettikleri iş miktarı azalıyor. Bense reklam filmi çekmekten vazgeçmeyi düşünmüyorum çünkü eğleniyorum.
Reklam filmleri söz konusu olduğunda kampanyaya ne kadar dahil olursunuz?
Ajansına çok bağlı… Benim tercihim müşteri brief’inden başlamak… Hatta medya planlamasına kadar fikrimin alınmasını istiyorum. “Böyle bir film, şu frekansta girerse, şöyle bir etkisi olur” diyebilecek bir ekibimiz var. Daha fikir doğup da senaryosu oluşmadan önce kreatif ekiple çalışmayı arzu ediyorum. Çünkü o zaman proje yazılmış bir şeyden, daha görsel bir şeye doğru kayıyor.
Neredesin Firuze’de karşımızda kostümleriyle, renklerin kullanımıyla ve de müzikleriyle canlı, kıpır kıpır, görsel gücü çok yüksek bir film vardı. Bu bir reklamcı bakış açısı mıydı yoksa Ezel Akay’ın kendi miydi?
Bu Ezel Akay bakış açısı… Beni eğlendiren şeyleri yapabiliyorum. En doğrusu da bu. Biraz da içten davranmakla ortaya çıkıyor iyi sinema filmleri. Reklamcı bakış açısı değil, tam tersine benim paylaştığım dünyam. Müzikle böyle ilgilenen, öyle esprilere gülen, öyle oyunculuklarla eğlenen bir insanım. Sonuçta benim zevklerimi yansıtıyor.
Popüler kültür reklamcılığın en önemli besinlerinden biri… Çıkış noktanızın reklam olduğu düşünüldüğünde sinema mı popüler –popülere negatif ya da pozitif herhangi bir anlam yüklemeden- kültür ürünü haline geldi sizde?
Hata yapmayalım, sinema gerçek bir halk sanatıdır, popüler sanattır. Yeryüzünde başka hiçbir sanat dalı yok ki bu kadar çok insan tarafından izlensin. Zaten popüler olmadan da bu sanat yapılamıyor çünkü çok masraflı. Dolayısıyla da çok büyük kitleler tarafından bu pahanın karşılanması gerekiyor. Bu da onu halk sanatı haline dönüştürüyor. Sinemada kolay kolay edebiyattaki kadar sofistike şeyler yapmaya imkan yok. Dili değişik olmalı… İçeriksel olarak çok derin olabilir ama hitap tarzı o kitleyi oraya davet edebilecek bir tarzda sunulmalı. Sinema öyle bir şey ki içine doğduğu kültürün etkisiyle de popülerleşiyor. Son derece derin bir şeyi de halk seyrediyor. Sinemanın yine edebiyattan ve resimden farkı sahici duruyor olması. Hayatın içinde gibi izliyorsunuz, size bir tecrübe yaşatıyor.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home