Üretilen bir mal var, onu satmak isteyen bir üretici ve o malı alabilecek potansiyelde olan bir tüketici. Üretici, tüketiciye malını satmak zorunda. Yoksa kazanamaz, çalışanlarına ücretini veremez, üretimini artıramaz, verimlilik sağlayamaz. Satmalı ki kendi ekonomisine, ülke ekonomisine katkıda bulunsun. O da kazansın, çalışanına kazandırsın. Peki, üretici bunu tek başına başarabilir mi? Yani ürününü tek başına, hiçbir yan destek almadan satabilir mi? Eğer büyük oynamaya çalışırsa elbette ki yardım almalı. Bu yardımı kim ya da ne sağlar? Tabii ki tanıtım, PR çalışmaları, strateji vs. Peki bunların hepsini nerede bulabilir? Bir reklam ajansında. Tam hizmet reklam ajansı ona yapacağı ve yapmak zorunda olacağı işleri söyler. Bir strateji hazırlar, ürününü nasıl konumlandıracağını gösterir, aynı segmentteki rakip markalardan farklılaşmak için bir kurumsal kimlik çalışması yapar, yıllık kampanya sunmaya çalışır, zarfından kataloğuna, tüm basılı ve tanıtım materyallerini hazırlar, eğer gerekliyse (ki bence her zaman gereklidir) bir reklam filmi çeker, gazeteye ve dergilere, hedef kitlenin anlayabileceği ilanlar verir vs. Peki bunları kim yapar? Reklamcı. Yaratıcı grup, müşteri grubu, strateji, prodüksiyon, medya vs. bunların hepsi birlikte çalışır. Ortaya yaratıcı, kimsenin bakmadığı yerden gören, satış artırıcı, marka bilinirci bir yaklaşımla işler çıkarırlar. Bu gibi durumlarda sofistike yaklaşmazlar. Anlaşılır olmalı, zaten kafaları yeterince karışık olan hedef kitlenin kafalarını bulandırmazlar. Basit, anlaşılır. Çünkü ilk defa çıkıyorsundur mecraya, biraz açık olman gerekir... Bir de bazı çırak reklamcılar vardır, hani daha junior olan. Bazı çırak reklamcı nedir peki? Bunların farkında olmayan, reklamın sadece yurtdışında gördüğü, başarılı fikirlerin doğru uygulamalarından ibaret olduğunu ve sadece bu tip ilanlar yapıldığını sanan, orada da tu kaka işlerin olduğunun farkında olmayan ve reklamın iş değil, statü belirtisi olduğunu düşünen yeni nesil reklamcı adayıdır. Bunların sayıları artmaktadır ve yapılan işlere olan eleştirilerini, hiçbir kritik mekanizması olmadan, sadece 'beğenmedim' efektinin ağızdan çıkışıyla ortaya koyarlar. Eski kulağı kesik reklamcıları beğenmezler, yaptıkları işleri küçümserler. Bilmezler ki, onların sayesinde reklamcılığın şu andaki boyutunu yaşamaktadırlar. Bilemezler, bilmek istemezler. Onlara göre iki senelik bir deneyim seniorlığa, 5 senelik deneyim patronluğu giden adımdır. Okuldan mezunsan sen art direktörsündür. Deneyim mi? Denemezler.
Coca Cola'nın yeni kampanyası için (The Coke Side of Life) yapılan reklam filmi. Teknik ve kurgu, daha önce ödül alan Nagi Noda'nın Yuki için çektiği 'Sentimental Journey' adlı muhteşem video klibinden. Zaten yönetmeni de kendisi. Prodüksiyonu ise Nexus'a ait. Ajansı: Mother • Müzik: The White Stripes - Jack White
TBWA Paris, geçen sene Cannes'da Altın Aslan ödülünü alan 3.37 dakikalık muhteşem AIDS animasyon filminden sonra, bu sene de başarılı bir reklam filmine imza atmış. Bu seferki bir gay versiyon ve kesinlikle çok eğlenceli. 3D olarak hazırlanan filmin prodüksiyonunu Wanda üstlenmiş. 'Doğru kişiyi bulana kadar uzun yaşayın. AIDS. Kendinizi koruyun.' Ajansı: TBWA Paris Müzik: "Sugar Baby Love" By The Rubbet's via
Bates Singapur'un kan bankası için yaptığı başarılı bir otobüs durağı çalışması. 'Kötü havanın hayat kurtarmanıza engel olmasına izin vermeyin. Düzenli olarak bağış yapın.' via
Özellikle reklam yaratıcılarının ilk başvuru kaynaklarından olan Getty Images, geçtiğimiz yıllarda The Big Idea adında, yedi yönetmenden, GI sitesinde bulunan 70 bine yakın filmden ihtiyaçları doğrultusunda bazı filmleri seçerek, bu konsept doğrultusunda bir dakikalık filmler yapmalarını ister. Ve ortaya, burada görüleceği üzere çok başarılı yedi film çıkar. Getty Images, bu sene bunu biraz daha ileriye götürerek The Next Big Idea yarışmasını düzenledi. Yine brief aynıydı. The Big Idea ile ilgili bir film... Minimum 30, maksimum 60 saniyelik, %50'si GI filmlerinden oluşan filmler yarıştı yine. 23 ülkeden, 213 yönetmenin katıldığı ve 67 gün süren yarışmada buradaki filmler shortliste kaldı. Kazananlar ise 19 Mayıs'ta açıklanacak. Kazananların filmleri dünya çapında yayınlanacağı gibi, bir film de $10,000 kazanacak. via
Bu pop-up çılgınlığı nerede son bulacak acaba... Her sektörden girişimciler kendi küçük pop-up fikrini bulup hop hayata geçiriyor. California'lı Brian Kennedy'de sinema fanatiği olarak bir pop-up sinema fikri bulmuş. MobMov (Mobile Movie) adını verdiği sistem kolay uygulanabilir bir fikir. İhtiyacınız olan şeyler; Bir projektör, bir DVD oynatıcı ve etraftaki otomobillere düşük frekans ses yansıtan bir iletici. Eskinin o güzelim arabalı sinema tadında izliyorsunuz filminizi. Önceleri arkadaş çevresine film izlettirirken şimdi e-mail ile etrafa duyuruluyormuş nerede film gösterileceğini ve hangi filmin izlenebileceğini, her hafta da bir film gösteriyormuş. Para da çok umurunda değilmiş adamın, giriş ücreti yok, film izlemeye gelenlerin bıraktıkları bahşişlerle masraflarını çıkarıyormuş bu da ona yetiyormuş.
"Hot on the tail of pop-up retail, comes pop-up entertainment. California-based MobMov is a drive-in movie system built into a car, that pops up at different locations every week. MobMov, which is short for mobile movie, was founded last year by Bryan Kennedy, a 25 year old web developer who wanted to create a guerilla drive-in for his friends. Before long, friends of friends joined in, and MobMov went public, with movie showings announced through mailing lists. The set-up is relatively simple: install a DVD player, projector, and power inverter into a car, and use a low-power FM transmitter to share a movie's soundtrack to nearby car radios. Kennedy isn't in it for the money: there's no entrance fee, just a tip jar to cover costs, and the vibe is very sociable and friendly."
Sadece Highlight'lar... Dünyayı değiştiren insanların hayatlarını Biyografi Serimizle takip edin. Tabii ki her an büyüleyici değildi ama merak etmeyin, biz iyi olanlara (anlara) sadık kaldık. Ajansı: DDB New Zealand, Auckland 2005 Clio Awards sahibi. via
Biraz geç bir yazı olacak ama bir türlü fırsat bulup da koyamadım bloga. Cannes Lions 2006 Genç Yaratıcılar Türkiye Elemeleri'nin bu seneki sonuçlarında aynı ajansta birlikte çalıştığım Özgür, siber kategoride 3. oldu. Basın kategorisinde buradaki işler dereceye girerken, ikinci olmuş ilanın lay-out'ında morgdan o ünlü görüntünün olması ve ödül alması ise kesinlikle ilgi çekici:) Sosyal kampanyaların resmi fotoğrafı yine bir fikri destekleyecek şekilde kullanılmış. Bu arada hazır Özgür'den bahsetmişken, maalesef siber kategorinin çok önemsenmemesi olsa gerek, sadece birinci olan Cannes'a gidebiliyor. Basın kategorisinde dereceye girenler Milliyet sponsorluğunda gidebiliyorken, siberden sadece bir kişinin gitmesi biraz üzücü olmuş açıkçası.
Online poker oynanan Party Poker sitesi için yapılan bir ilan. Genelde bilardo salonu ve kahvehanelerden aşina olduğumuz, ünlü poker oynayan köpekler illüstrasyonunun başarılı bir yorumu. Merak edenler için illüstrasyonlar burada ve şurada.
New York'taki kanalizyon deliklerinin kapağına, vinil baskıyla bir fincan Folgers kahvesi görüntüsü basılmış. Etrafında ise 'Hey, hiç uyumayan şehir. Uyan. Folgers' yazılı. Kapaklarda bulunan deliklerden ise buhar çıktığı için, iş daha gerçekçi durmuş. Ajansı : Saatchi & Saatchi New York via
Engin Ardıç'ın reklamcılarla ilgili olan bir yazısı. Kesinlikle çok doğru tespit ve gözlemlerde bulunmuş.
"Bugün perşembe de oradan aklıma geldi... Bir reklam var hani, kız çocuğa hafta sonu sinemaya gidelim diyor da çocuk kızı ille de perşembe günü götürmekte direniyor. Meğerse perşembe günleri belli bir cep telefonunu kullanana özel bilmemne indirimi varmış. Çocuğun adı Berkalp.
'Peltek e' sesi kullanan kızın adı belli değil.
Genellikle Tuğçe ya da Pelinsu çıkar, oğlan da ya Cenk, ya Berk, ya da anası babası faşo eğilimliyse Boğaç, Batuhan, Doğukan falan. (Bir de, dans grubunun adını bilemediği için kıza rezil olup 'kendi kendini bitiren' Toygar var.)
Tüketici kitlede belli bir 'alafrangalık' öngörülüyor, varsayılıyor. Oğlanlarla kızların hepsi Kemalist maşallah... Bunlar Onuncu Yıl Marşı'nın, güzel Ankara sokaklarında dolanan Bekir Coşkun gibi, Cemal Reşit bestesi 'aslını' mırıldanmıyorlar, Kenan Doğulu tarzı 'disko versiyonunu' tercih ediyorlar. Kafaları azıcık politikaya bassa, Ernesto Che Guevara türküsünün de Nathalie Cardone çeşitlemesini sevecekler, zım çaka çaka çak çak...
Oysa, saftırık yeniyetmelere mal satmaya çalışanlar o malları Hamdullah ile Aleyna'ya pazarlamayı deneseler parayı katlayacaklar, farkında değiller!
Bana bu 'adolesan' uygarlığından sıkıntı geldi.
Her şey ya kadına, ya da yeniyetmeye yönelik. Basını da, televizyonu da.
Çünkü 'demografik piramidin' tabanı çok şişti, genç nüfus amansız bir çoğunluğa ulaştı, bütün medya da, başta gazete ekleri ve gecekondu eğlenceleri olmak üzere 'kadın dalkavukluğuna' soyundu. Edebiyat da böyle, yarım eğitimli ve yarım akıllı kızlara mal satmaya yönelik üretim yapan 'aşk yazarları' ve 'aşk gazetecileri' türedi...
Apışaranın tüylerini neyle ve nasıl dökeceğin beni hiç ilgilendirmiyor bacım! Zayıflamak için hangi yoğurttan kaç kaşık yiyeceğin de... Baharda uçuşan kelebeklerin sende ne gibi heyecanlar uyandırdığı benim sorunum değil...
Filmler de öyle, üretici uyanıklar ya lise öğrencilerine musallat olan birtakım 'cırmıkçı' sapıklarla korkutmaya çalışıyorlar gençliği, ya da beyaz atlı prenslerin beyaz arabalı prenslere dönüştükleri Külkedisi masallarıyla kızları gıdıklamaya...
Reklamlarda, ya son bisküvitini yediği için konuştuğu çocuktan ayrılan şabalaklar, ya da cebinden çıkardığı balbademli çubukla kızları kesen hamşolar... Meyankökü şırasının şişesini kafasına dikip topa daha iyi vuran toraman oğlanlar...
Bunların hayatlarında gazoz ve gofretten başka şey yok mudur?
Eh, bir de cep telefonu tabii.
Fakat bana, uçaktan atlamaya korkan şişman eşcinselden de sıkıntı geldi artık.
Gerçi Oray Eğin daha iyi bilir ya, bütün bu zevzekliklerden bencileyin sıkılan bir Amerikan yönetmeni, 'yeter artık' anlamına gelen bir film yapmıştı: 'Not Another Teen Movie, Please!'
Çünkü hepsi birbirine benzeyen beyzbol şapkalı, abullabut yürüyen ve donu düşük oğlanlarla, sarışın, besili ve boş boş bakan kızlar teslim almışlardı sinemayı...
Biz de artık yeni bir fındıklı çubuk reklamı istemiyoruz. Çikolatayı susama bandırarak mı satıyorsun yoksa fıstığı içine bütün bütün mü yerleştiriyorsun, bana ne be?
Fakat kaçamıyoruz, zorla karşımıza çıkıyorlar, evimize dalıyorlar, düğmeye basana kadar bile bizi yormayı başarıyorlar.
Yirmi birinci yüzyıl, elektronik devrimiyle geldi ama, iyice aptallaştırılmış, bön bir gençlik kitlesiyle de geldi: Çığırından çıkmış, gemi azıya almış vahşi kapitalizmin istediği örnek tüketici! Bizim gibi çıkıntılara bu düzende yer yok, eh biz de gidiyoruz zaten, yirmi yıl kadar sonra hiçbirimiz bu dünyada olmayız, siz de iyice sömürürsünüz yeni gelecek hamşoları."
1 Ocak 2006'da Türkiye'nin ilk reklam ajansı blogunu açan Alaaddin Adworks blogu güncellendi. Uzun süredir, yoğun çalışma temposu içerisinde, bloga zaman ayıramayan ajans, bugünden itibaren, reklam ajansı blogu olarak yazılarını girmeye devam edecek. Alaaddin Adworks'ün açılış yazısı da aşağıda. Sanırım bu ilk. İnternette, özellikle Türkiye'de hizmet veren ajansların, (yurtdışında bulunan bazı reklam ajanslarının yaptığı gibi), son yılların (bence) en başarılı fenomeni olan blog konusunda herhangi bir girişimde bulunmadıklarını gördük. Bu, bir eksiklikti. Yurtdışındaki örneklere bakınca da (Coudal, TBWA Portugal, WK London vs.), bunun bir örneğinin neden burada olmadığını düşündük ve kararımızı verdik: Alaaddin Adworks, bloglar aleminin bir parçası olacaktı. Bugünden itibaren, burada, her gün gelişecek içeriğiyle Alaaddin Adworks, Türkiye'nin ilk reklam ajansı blogunu iftiharla sunar. Çalıştığı kampanyalar, müşterilerle olan söyleşiler, sorunlar, çözümler ve bilumum reklamla ilgili, bir reklam ajansının içeriğiyle ilgili olarak ne varsa bu blogda bulabilirsiniz. Keyfine varın.
Hiç İran'dan grafik tasarımıyla ilgili işler gördünüz mü? Ben dört beş ay önce şurada bulunan haberi görmüş ve grafik tasarımın Arap alfabesiyle olan uyumuna hayran kalmıştım. Houtlust'ı gezerken, daha önce yayınladığı örneklerden sonra yine İran Grafik Tasarımı'nın öncülerinden Reza Abidini'nin yukarıdaki işini gördüm bugün. Hemen sağında ise yine başarılı işlerinden biri var.
Burada İranlı sanatçıların işleri sergileniyor. Parking Gallery sitesi ise İran ve Ortadoğu'lu çağdaş sanatçıların buluştuğu bir site. Ayrıca Icograda üyesi İran Grafik Tasarımcıları Derneği'nin sitesinde yine başarılı işler görmek mümkün. Ayrıca yine burada İran Grafik Tasarımı ile ilgili kısa bir bilgiyi bulmak mümkün.
Desperate Housewives'ta oynayan Eva Langoria'nın Maxim dergisininin 100. sayısına kapak olduğu sayıyı, Las Vegas çölüne dev billboard halinde yerleştirmişler. Daha önce Google Maps'ten bile görülen dev iPod reklamından sonra yapılan 'büyük' örneklerden biri. Bakalım bunun dışında başka nasıl işler göreceğiz. Bir ara yanılmıyorsam Pepsi, aya lazerle logosunu çizdirmek istemişti. Ben bu gibi işlere biraz 'görmemişin markası olmuş, gitmiş dev billboard yaptırmış' gözüyle bakıyorum:) Bu kadar 'saçma' büyüklükte yapılan reklam işlerinin gereksiz harcamayla birlikte, outdoor şirketlerini zengin etmekten başka bir işe yaramadığını düşünüyorum. Bunun ötesi ne olabilir ki? Pepsi örneği belki de. İleride görürüz artık. via
Araba güvenligini test eden düzenekleri düsünün. Hani araba bir engele carpar, ne kadar hizla ve de ne kadar hasarla carptigini ölcerler. Bunun bir sosis, bir peksimet, bir baget ekmek ve bir de susi ile yapildigini düsünün bir de. Yani araba yerine bunlari koymuslar. Ilk basta sosisi gördügünüzde anlamiyorsunuz, ne reklami oldugunu. Beyaz bir sosis, diklemesine bir engele hizla carpiyor ve paramparca oluyor. Nasi yani? Sonra peksimet geliyor. Peksimet dururken bir engel gelip carpiyor ve peksimet parcalaniyor. Sonra susi'yi engele carptiriyolar ve o da paramparca oluyor. En son ise baget ekmek geliyor. Baget engele carpiyor ama hafif elastik oldugu icin parcalanmiyor, sadece biraz büzüsüp, sonra tekrar düzeliyor. Ve o anda düsüyor jeton. Araba reklami! Slogan patliyor ardindan, "Dünyanin en güvenli arabalari Fransa'da üretilir!" Beyaz sosis Almanya, peksimet Isvec, susi Japonya, baget ekmek de Fransa'yi simgeliyor anlayacaginiz. Zekice düsünülmüs, yaratici ve esprili bir reklam. Önce sinemada, dev ekranda seyretmistim, artik televizyonda da gösterilmeye baslandi. Keyifli ve eglenceli. Ama yine de en güvenilir arabalar sanki Fransizlarinmis gibi gelmiyor bana:)
(Güncelleme: Ağabeyin olarak 'derin araştırmalarım' sonucunda filmi buldum:) Buradan izleyebilirsiniz.) (Fırat)
'Bir kadın sizin arkadaşınızdır. Ona vurmayın. Sevin, şefkat gösterin, koruyun.' Liberya'dan bir outdoor çalışması. Düz, basit, gösterişsiz, ne çok iyi bir fotoğraf ya da dramatik bir başlığa sahip, ne de düşünmenizi gerektirecek kadar sofistike. Dümdüz bir billboard. Etkili mi? Kesinlikle. via
Araç kiralamak kolay bir iş değil. Doldurulması gereken formlar, kredi kartları, imzalar vesaire ile yılmadan uğraşırsınız, dayanıp bitirirsiniz, hayalinizde şöyle şahane bir araba vardır ama karşınıza fi tarihinden kalma bir araç çıkar ve mutsuz bir yolculuğun kapısından geçersiniz. İngiltere'de birileri işi kolaştıran bir yol bulmuş. Streetcar şirketi ‘Car Sharing’ olarak adlandırılan yeni bir pazarlama yöntemiyle oto kiralamayı pratik bir sisteme oturtmuş. ‘Pay as you go’ -kullandığın kadar öde- sistemiyle uzun süren işlemler bertaraf ediliyor, kısa dönemli kiralama yapılabiliyor, en güzeli de VW Golf gibi kendini kanıtlamış araçlar kullanılarak rahatlık garanti ediliyor. Ömür boyu geçerli 25 GBP'lik bir abonelik ücreti var. Kiralama işlemi; Araç rezervasyonu online veya telefonla, ister hemen teslim almak için, ister daha sonrası için yapılabiliyor, konfirmasyon ve araç detayları müşteriye sms ve e-mail ile gönderiliyor, otomobildeki elektronik sisteme de bir sms gönderiliyor ve müşteri otomobili kendinde bulunan akıllı kartla açıyor, kontak anahtarını torpido gözünden alıyor, gizli pin kodu ön panelde bulunan tuşlara giriyor ve işlem tamam. Tüm süreç müşterinin rahatı için planlanmış. Ayrıca aracın içinde I-Pod bağlantısı ve ‘hands-free’ cep telefonu aparatı da bulunuyor. Bu sistem bizim büyük şehirlerde uygulansa hayat kolaylaşır gibi geliyor, tabi bizim memlekette torpido gözüne anahtar koymak ne kadar güvenilir tartışılır ama yine de denemeye değer.
In UK, Streetcar created a system called “pay-as-you-go”. they don't charge fixed monthly or annual fee. Instead, new VW Golf cars can be rented for GBP 4.95 per hour or GBP 35 for a 24-hour period. Customers can book the cars online and over the phone and cars can be picked up and returned 24/7. How it works; customers sign up and pay a lifetime membership fee of GBP 25. Booking can be done online or by phone, confirmation with the car's details are sent to the customer both by email and sms. An sms is also sent to the car, to unlock a car, customers hold a smart card up to the windshield, door opens, and they'll find the ignition key in the glove compartment. The whole process is customer-friendly, there are toughtful details, such as an iPod connector in every car, as well as a hands-free car phone that users can forward their own mobile phone to.
Geçenlerde internette dolaşırken işlerine rastladığım İsrailli grafik tasarımcı Yossi Lemel'in Garanti Galeri'deki sergisini ancak dün gezebildim. Büyük boyutlardaki politik ve toplumsal içerikli afişleri, kitapları ve bir röportajı bulunan sergisi 13 Mayıs'a kadar sürecek. Sergisinde olmayan diğer başarılı işlerini ise sitesinde görebilirsiniz. Tasarımcı hakkında küçük bir bilgi ise burada.
Simetrik ve perspektif konusunda bir dahi olan ve matematikle resim sanatını müthiş bir şekilde birleştiren Maurits Cornelis Escher Audi kullanırsa ne olur? Ya da Audi, M.C. Escher'in yarattığı dünyada nasıl yol alır? Bunların cevabını buradaki linke tıklayarak öğrenebilir ve yaratıcılığın prodüksiyonla birleşiminden ortaya çıkan bu müthiş filme gıpta ile bakabilirsiniz. Kesinlikle nefes kesici!
Outdoor mecra alanında çalışmalar yapan Clear Channel, sitesinde, outdoor tasarım sunumları için, tasarımcıların yükünü biraz olsun hafifleten hoş bir uygulama koymuş. Raket, durak, otobüs ve megaboard gibi outdoor alanlarına otomatik olarak tasarımınızı yerleştirebiliyorsunuz. Şuradan girerek doğru boyutta yaptığınız işi yüklüyor ve menüden bir outdoor şekli seçiyorsunuz. Ardından karşınıza yukarıdaki örneğe benzer bir fotoğraf geliyor. İşi kolaylaştıran, başarılı bir uygulama. Ama yine de biraz büyük ve geniş tutabilirlerdi alanları.
Adidas için yapılmış son zamanlarda gördüğüm en başarılı işlerden biri. 3D tasarım ve uygulama, klasik müzikle o kadar iyi bağdaşmış ki, ortaya harika bir iş çıkmış. Daha önce elma+alt+shift'te bir filmini yayınladığım 1st Ave Machine'nden. Sitesinde bulunan organik 3D çalışmalarını da mutlaka izleyin. Adidas filmini izlemek için tıklayın. Ajansı: 180\TBWA, Amsterdam via
1970'lerden bu güne devam eden gelmiş geçmiş en iyi gösteri filmlerinden. Başrolde Tim Curry var ve sanırım oynadığında 20 yaşındaydı... New York'ta sadece 1 sinemada 1-2 akşam gösteriliyor, eskiden aynı sinemanın gece seansında her gece gösterilmiş. Film başlar başlamaz sahnedeki tiyatro oyuncuları da filmle birlikte senaryoyu oynamaya başlıyorlar ve bu böyle filmin sonuna kadar devam ediyor. DVD'sini bulursanız bana da haber verin.
One of the best movie-show ever. First shown in 70's and still on in one movie theatre in nyc. Guess Tim Curry was 20 when he played the role... Fantastic fantasy world of highly talented artists.
New York Sağlık departmanının başlattığı kampanya. New York'luların fiziksel ve zihinsel sağlıklarını korumak ve stresten arınmaları için önerilen 10 adım; 1. Düzenli doktor kontrolü 2. Sigarasız bir hayat 3. Kalp sağlığınızı koruyun 4. HIV kontrolü 5. Depresyon için yardım alın 6. Alkol ve uyuşturucudan uzak durun 7. Kanser kontrolü 8. Bağışıklık kontrolü 9. Ev güvenliği ve sağlıklı yaşam koşulları 10. Sağlıklı bebekler.
New York City department of health & mental hygiene started a new action for New Yorkers. There are 10 steps people can take to live longer, healthier lives. You can learn the action and the steps in detail at www.nyc.com.
FCBi'nin Kraft Foods için yarattığı interaktif web sitesi görülmeye değer. Acıkan üniversiteli ne bulursa yer gerçeğini çok güzel anlatmışlar. www.u-starvin.com
Great web site by FCBi for Kraft Foods. Starving young people can eat anything is proved once again. Nice job. Congrats!
Bir taşla iki kuş; hem şişe, hem kağıt havluluk... Doldurun şişeye istediğiniz sıvı yüzey temizleyicisini, koparın havluyu, silin, oh mis. www.C-58.com
Eternal sunshine for spottles homes... No need to use 2 seperate items anymore, sprey bottle&paper towel holder in one now.
Mano Cornuto, “Boynuzlu el”, şeytanı tasvir eden bu işaret 70’li yıllarda ortaya çıkmış ve metal müziği en iyi o tarif etmiş. Eski bir inanışa göre bizim “kem gözlere şiş” niteliğinde kullanılmış ve zarar veren kişiye karşı, vampir-sarımsak misali gösterilerek “kem gözlerden” sakınılmış. Kimin ilk defa kullandığı ise hala tartışılan bir konu fakat üzerinde yoğunlaşılan, pek çok müzisyenin ve konser kayıtlarının işaret ettiği kişi eski Black Sabbath’lı Ronnie James Dio, söylentilere göre Dio’nun İtalyan ninesi bu işareti sık sık kullanıp “kem gözleri” kovarmış ve Dio’da bir konserinde bu hareketi yapınca metal severler işareti hemen kapıp kullanmaya başlamışlar. VH1’nın “100 Unutulmaz Metal Anları” sırlamasında 3. sırada bu işareti yapan Dio’yu görüyoruz... İşaret aynı zamanda sağır-dilsiz işaret dilinde “seni seviyorum” anlamına da geliyormuş.
Devil Horns... “It is called the mano cornuto, the horned hand, with index finger and pinkie raised proudly as the sign of the beast, ready for an unholy wave to your favorite demon king. The Horns of Cernunnos. Source of the ancient code to defeat the “evil eye”. But its source in rock is a mystery. Rumor has it, former Black Sabbath shouter Ronnie James Dio is the first who first raised the horns before joining the band in 1978. Dio remembers the gesture from his Italian grandmother in New York, making a sign to ward off the “evil eye.” He does not claim to have invented it, but says he brought it to the metal masses as far back as his days in Rainbow, before replacing Ozzy Osbourne in Black Sabbath in 1978. When VH1 weighed in this year with 100 Most Metal Moments, No. 3 was Dio’s use of the gesture as the universal signal for heavy metal.”